LİSÂN MES’ELESİ

İsmail Gaspıralı


İzmir’de “İzmir” namında neşr olunan yeni ve güzel gazetenin bir nüshasında “umûm-ı üdebâmıza bir ihtar” ser-levhasıyla bir bent okuduk.

“Türk, ‘Arap, ‘Acem lisân-ı edebîlerinin hey’et-i mecmu’asından mürekkep enmüzec-i bediî” olan Osmanlı lisânının kısm-ı edebîsini nazar-ı tedkîkden geçirecek olur isek en evvel nazar-ı dikkatimizi -tenâfür- bahsi celp eder ki o bahisde de üdebâmızın isti’mâllerini şiddetle men’ etmekte oldukları “istasyon, konsültasyon, sikovastra, kart dö vizit, vapur, şimendöfer, kongre, konferans” gibi soğuk ve mütenâfir kelimeler; görür ve şu hâlin gitgide tekessür ederek lisânımızın teferrukuna bâ’is olacağını anlarız. Dünyâda insanların her türlü menâfi’ine mâni’ olan şey’i neş’et-i lisân maddesinden ‘ibaret olup bir kavmin bâ’is-i terakkisi olan şey’i de o kavmin efradının his ve lisânda ittihadlarıdır.” demişler. Pek doğru söylemişler.

Bugün ‘Araplarda Fransız ve İngiliz ve sâ’ir lisânlardan kendi lisânlarına karışmak isteyen kelimeleri der-‘akab yakalayıp mukabillerini bulup lisânlarından tard ediyorlar, “vapur”u görür görmez “bahre” nâmını veriyorlar. “Kart dö vizit”i işitir işitmez batakate’z-ziyâre nâmını çıkarıyorlar.

Şimdi bunu biz de yapmalıyız. Hatta şimdiye kadar yapmadığımız kabahattir.

İşte biz bugün üdebâmızı bu hizmet-i lisâniyeye da’vet ediyoruz.

“Tercüman”

Bu da pek doğrudur ve da’vet de güzel da’vettir.

‘Osmanlı lisânını sadeleştirmek aslı “Türkî” olan bu lisânı oldukça “Türkleştirmek” demektir; bundan matlap ise edebiyattan milleti ya’ni Türkleri müstefîd etmektir. Garp dillerinden dilimize karışmak isteyen kelimelerin mukabilini bulup kullanmak ve mukabilini bulamayıp kabul ettiklerimizi kavâ’id ve tabî’at-ı Türkîye tabîk edip kullanmak lâzım geldiği gibi ‘Arap’tan, Fars’tan kabul ettiklerimizi dahi böyle etmelidir. Türkçesi bulunan bir kelime yerine diğer bir lisânın kelimesini isti’mâl etmek cinâyet-i edebiyedir.

Lisân en ibtidâ’ “kavmî” olmalıdır ki herkes anlayabilsin. Lisânın yaraşığım letafetini ikinci derecede tutmalıdır. Bu hakîkati ben demiyorum hâl ile “Türkler” söylüyorlar. Mizân-ı edebiyeden beş paralık kıymeti olmayan bilmem nerede basılıp çıkan “Âşık Garip’ler, “Şah İsma’il”ler, “Köroğlu”lar, “Kerem”ler Edirne’den Bursa’dan başlayıp ta Azerbaycan, Horasan ve Kaşgar Türklerine kadar münteşir olduğu hâlde ma’lum edebîlerin yazdıkları eserler; o meşhur şâ’irlerin “idi” ile “dedfden mâ’ada Türkçesi olmayan ateşli şiirleri Türklere kapalı kalıyor!

Diyorlarki Türk lisânında nâzik ahvâl ve hissiyât-ı ruhaniye ifâdesine lâzım kelimeler bulunmuyor; binâenaleyh terkîb-i ‘Arabî ve Farisî olmadıkça lisân da lisân olmuyor. Belki böyledir, ama hâlâ bu zamana kadar Türk diline mahsûs bir lügatimiz olmadığı hâlde bu kadar kestirici bir hüküm etmeye hakkımız yoktur zann ederim; Türkçe’yi mükemmel bilen kimdir?

Türkçesi bulunmadı da onun için mi “demir yola” “şimendöfer” denilmek ‘âdet edildi? Türk dili aranılır ise; tahsîli lâzım görülür ise şimdi zann olunduğundan ziyâde zengin olduğu anlaşılır ümidindeyim.

Türk dili Türkçe olmalıdır; ‘Osmanlılar ise âl-i ‘Osman devletine mensup akvama hâkim olan ‘Osmanlı Türkleridir.

*

“Servet-i Finûn” gazetesinin 680. inci numrasında ‘A. Nadir beyin şâyân-ı dikkat musâhabe-i edebiyesi derc edilmiştir. “Ma’ârif-i edebiyemize hizmet için ne yapmalıyız?” su’alini edip cevâp vermeye çalışıyorlar, fakat yazdıkları güzel mülâhazalar “Ne yazmalıyız”dan ziyâde “Nasıl yazmalıyız” su’âline daha muvafıktır zannederiz.

Ne yazmalıyız? su’âline cevaben akvâm-ı ‘Osmaniye’nin ve ba-husûs ‘Osmanlı Türklerinin ma’lûmâtını tevesü’, efkârını işlek ve ‘âlî edecek şeyler yazmalıyız ve nasıl yazmalıyız? Su’âl ekseriyetin okup anlayabileceği bir tarzda ya’ni sade olarak yazmalıyız desek olmaz mı ‘acaba?

‘A. Nâdir bey böyle zannetmiyor. Lisân-ı ‘Osmaniye’yi sadeleştirmek nerede kaldı ki öz Türkîye ile şiir söylemek mümkün olamaz…. “Çünki lisânımız Türkçe değil, “Osmânlıcadır.” diyor.

Hîç işitmediğimiz bir şey bu idi, işittik.

Şinâsi’den evvel yazı yazan ‘Osmanlı Türkleri bugün de herkesçe kullanılan “Osmânlıca”yı ve meselâ Şemseddin Sami beyin ve Ahmed Midhat efendinin “sade” dil ile yazdıkları edebî ve fennî makaleleri görseler ‘Osmanlıca’dır demezler idi. Tamâm bunlar gibi zamanımızda dahi “kûre-i kalemiye”ye tâbi’ olanların “Türkçe güzel şiir yazılmaz” “terkîb-i’ Arabîsiz ve Farisîsiz lisanımız dönmez.” zannettikleri tabî’îdir.

Şîve-i ‘Osmâniyeyi sadeleştirmek lisân-ı Türkî’yi ilerletmek mes’elesinin ehemmiyet-i edebîyesinden mâ’ada daha büyük ehemmiyet-i siyâsiyesi vardır. Yazının yalnız güzelliği aranılmamak daha ziyâde “umûmî”liği matlap edilmelidir.

En eski ‘Osmanlı olan “Türklerden” mâ’ada devlet-i ‘Osmâniyeye tâbi’ bunca akvâm-ı sâ’ire vardır ki bunların lisân-ı hâkimeyi tahsilleri farzdır, halbuki bu farzın edası için uzun senelerce ‘Arabistan çöllerinde ve İran gül bağçelerinde dolanmak lâzım olur ise iş bozulur……

14 R. Ahir 1314 (11 Ağustos 1896) sayı: 31-1

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.