Edward J. Lazzerini
Çeviren : Bülent TANATAR
Bedene can veren ruhtur.
Friedrich Schiller
Fikir ve gaye yokluğu…
insanın cesaretini kırar,
onu uyuşturur ve zayıf düşürür.
İsmail Bey Gasprinskiy
1870’li yıllarda, bir zamanlar Doğu Avrupa’nın siyasî ve iktisadî hayatında önemli bir rol oynamış olan Kırım Tatarlarının ata yurdundan, Tavrida Eyâletinin güney tarafından bir genç adam tahammül olunmaz bulduğu toplumsal koşullar külliyatıyla başetmeye çalışıyordu. O sıralar yirmili yaşlarda olan İsmail Bey Gasprinskiy (Gaspıralı) bu bakımdan yalnız değildi. Bir süredir, Rusya İmparatorluğunun dört bir yanından çeşitli etnik kökenlerdeki genç tebaalar memleketlerinin kaderi konusunda kafa yoruyorlar, Aleksandr Herzen ve daha yenilerde, Nikolay Çernışevkiy gibi kimselerin yazdıklarıyla toplumsal bir bilinç geliştiriyorlar ve Rusya’yı değiştirmeyi amaç edinen gerek ihtiyarî [spontan] gerek örgütlü faaliyetlere girişiyorlardı. Bu gençler, tıpkı Çernışevskiy’in Ne Yapılmalı? romanında selâmlanan “yeni insanlar” gibi, sosyo-ekonomik ve siyasî statükoya ve ona dayanak olan geleneklere karşı öfke doluydular; bir çoğu, her ne kadar farklı farklı tanımlanmış olsa da, genelin iyiliği için kişisel avantaj ve gayelerini fedaya hazırdı. Bazıları tercihe şayan taktik olarak tedhişi seçecekti.
Bu aşırı uçtakilerden biri olmamakla beraber, Gasprinskiy de benzer duyguları paylaşıyordu. İnsanlığın maddî ve manevî refahının artırılmasına adadığı bir ömür boyunca, mütemadiyen şiddeti reddetti ve sebatla, akılcı söylemin uzun vadedeki değerini, bilginin ve eğitimin yaygınlaştırılmasını ve arzulanan, modern çizgideki toplumsal dönüşümün sağlanması için eğitimi savundu. 1850-1870’lerin entelektüel ikliminde olgunlaşan çoğu çağdaşı gibi, modern görüş açısını meşrulaştırmaya yarayan ilerleme ideolojisinin ikirciksiz bir avukatı haline gelmişti. Ampirik bilimin gerçeği keşif gücüne ve insan aklı, iradesi ve enerjisinin etkinliğine güvenen Gaspirinskiy halkın terbiyesi ve (yeniden) eğitiminin insan yaratıcılığının sınırsız hazinesini açığa çıkaracağına ve onu geleceği şekillendirme görevine sevkedeceğine inanıyordu. Alman şairi Schiller’in imâ ettiği gibi, teçhiz edilmiş bir ruh düşlere somut ifade kazandırabilirdi.
Tabiâtıyla, Gasprinskiy kendi neslinin diğer idealistlerinden yalnızca Rus(laşmış) bir tebaa olmamakla değil, daha geniş bir İslâm kültür geleneğinin yöresel bir varyantında yetişmiş bir Tatar olmakla da ayrılıyordu. Büyük ölçüde, hamillerini inorodtsı (“öbürleri”) sayan ve onları idarî tedbirlerle marjinalleştiren bir imparatorluk politikasının dayattığı özel talepleri ve yükleriyle bu daha karmaşık kimliği keşfetmesi ve yaşaması Gasprinskiy’in üstlendiği devâsa misyonu daha da karmaşık bir hale getiriyordu. Bunun bir sonucu olarak, yalnızca Müslüman kökenli aleyhtarlarının değil, aynı zamanda, daha da önemlisi, Rus kökenli aleyhtarlarının muhalefetiyle de çekişmek zorunda kalmıştı.
Bu açık muhalefeti asgarî bir düzeye indirmek ve genel Müslüman ahali arasında tipik bir durumdaki, değişime karşı kayıtsızlığın ve gizli direncin üstesinden gelmek İsmail Bey’in en meydan okuyucu görevi haline geldi. 1870’lerin ortalarına doğru vardığı karara göre, yapılması gereken şey, gerek fikirler, hünerler, hassasiyetler, hattâ gerekse korkular bakımından kültür-içi ve kültürler-arası iletişimin artırılması için çok yönlü bir strateji geliştirmekti. Modern hayatın gerekleriyle tutarlı bir öğrenim için uygun bir ortam yaratmak üzere yeni tip okullar tertip etmek bu stratejinin unsurlarından biriydi; kesinlikle pratik kaygıları yansıtan içerikleriyle kitap neşrinin teşviki ile kaynakları pekiştirmek ve sosyal faaliyeti belli bir yerde odaklaştırmak için cemiyet-i hayriyelerin teşkili de bunun parçalarından biriydi. Bunun sonucunda, otuz yıllık bir süre zarfında, Gasprinskiy, hem Rusya hem de Rusya dışındaki Müslüman cemaâtler içinde binlerce ıslah edilmiş (usûl-ü cedid) ilk ve orta okulun kurulmasına ya doğrudan doğruya önayak oldu ya da örnek teşkil ederek ilham verdi. Bu faaliyetle eşzamanlı olarak, Bahçesaray’da sahibi olduğu ve bizzat yönettiği küçük, ama üretken basımevi ya yeni okullarda doğrudan kullanım için ya da genel okuyucular arasında modern yöntemlerin takdir bulmasını teşvik etmek için cedid edebiyatının giderek genişleyen saflarına hiç de azımsanmayacak sayıda kitap ve risale kazandırdı. Nihayet, özellikle yüzyılın sonundan itibaren, Rusya Müslümanları arasındaki gelişen cemaât hissine önemli bir katkıda bulunan cemiyet-i hayriyelerin sayısı hızla arttı. Hep birlikte bu faaliyetler Müslümanların tecrübesinde temel yenilikler anlamına geliyordu. Tüm bunların arasında, O Müslümanların neye kadir oldukları konusunda Rusların endişelerini bertaraf etmekle uğraştı ve gerek onları gerekse kendi dindaşlarını karşılıklı saygıya ve ortak maksadın gerçekleştirilmesine dayalı diyalogtan elde edilecek faydalar konusunda iknaya çalıştı.
Bununla beraber, Gasprinskiy’in genel stratejisinin merkezinde bir gazete kurmak ve onu yaşatmak kararlılığı yer alıyordu. O, 1917 öncesinde Rusya’nın en uzun süre çıkmış Türkî dilli gazetesi haline gelecek olan gazeteyi neşretmek için resmî bir müsaade alıncaya dek, zaman zaman Kazan, Tiflis, Taşkent ve Bakû’de bu yönde yapılmış çeşitli girişimlere rağmen, dönemsel basın denen şey Gasprinskiy’in kültürel bakımdan kardeşleri arasında hemen hemen hiç bilinmiyordu. 1888’de kendisini ziyarete gelen bir Rusun, yerli halkın, Gasprinskiy’in teşebbüsünün içinde yeşerebileceği verimli bir toprak sunmadığı yolundaki yorumuna verdiği cevapta çiçeği burnundaki naşir şunu kabul ediyordu: “Daha kısa bir süre öncesine kadar ‘Gazete nedir?’ sorusuna cevap verebilecek çok az sayıda Müslüman vardı.” Fakat bunun Onun büyük projesini en etkili biçimde propaganda edebileceği, en geniş okur kitlesine ulaşabileceği ve modernizme muhalefetin üstesinden gelebileceği bir araç olduğunun da farkındaydı; bu aynı zamanda, cehâlet ve yanlış bilgiden kaynaklandığına inandığı Rus ile Müslümanı birbirine karşı bileyen kemikleşmiş önyargıyı budamak için olağanüstü bir güce sahip bir vasıtaydı. Üstelik, bir gazete, modernlik yanlısı bir program için forum oluşturmanın yanısıra, daha şimdiden ilerleme yoluna girmiş ama henüz narin ve dağınık olan güçlerin bir araya getirilmesine ve kaçınılmaz biçimde ileride bekleyen zor zamanlar boyunca onların teşvik edilmesine de yarardı. İlk başmakalesinde yazdığı gibi: ” [Gazete] Müslümanlara mümkün olduğu ölçüde [Rus] kültür[ü] hakkında doğru, yararlı malumat vermeye, öte yandan da Ruslara [Müslümanların] hayatı, görüşleri ve ihtiyaçlarını tanıtmaya yardımcı olacaktır.” Daha ileride şu yorumda bulunuyordu: “Uzunca bir süre cehâlet içinde kalmış büyük bir halkın yeniden doğuşu için basın kilit bir rol oynayacaktır.”
Gasprinskiy’in bahsettiği ve bütün kaynakları ve enerjisini kendisine adadığı gazete, himaye ettiği birçok gazetenin ilkiydi. En ayırdedici özelliği iki dilli biçimiydi: Rusça bir metin ile bunun Türkî dile [lisan-ı Türkî’ye] tercümesi. Yayın yeri ve tarihi (ve fiyatı) gibi faydalı bilgilerin yanısıra, başlık Rusça kısım için Perevodçik ve Türkî kısım için Tercüman adını taşıyordu. Her ikisi de “çevirmen” veya “yorumcu” anlamına geliyordu. Dolayısıyla, gerek başlık gerekse biçim yayının asıl maksadını ele veriyordu: hem İslâm toplumunun yeniden hayat bulması hem de Ruslarla sblijenie‘sinin (yakınlaşmasının) teşvik edilmesi bakımından, kültürel çizgiler boyunca, İslâm ve Rus/Batı kültürlerinin niteliklerini geniş çaplı kitle tüketimine açmak. Elde edilmesi beklenen neticeler, bir yandan, iktisadî gelişmeyi köstekleyen, toplumsal kayıtsızlığı körükleyen ve siyasî zayıflığı besleyen Müslümanların zihinsel tevekkülüne bir son verilmesi; diğer yandan, İmparatorluğun daha adil, daha ahenkli ve daha kuvvetli bir hale getirilmesinde Müslümanlar ile Ruslar arasında eşit bir ortaklığın başlatılmasıydı. Bu bir adam ve çiçeği burnundaki gazetesi için devasa bir iş olsa da, gayret ve zamanla “küçük şeylerin büyüyeceği, güç şeylerin kolaylaşacağı, [ve] uzak şeylerin yakınlaşacağına” dair sarsılmaz inancın sürüklediği Gasprinskiy ve Perevodçik/Tercüman için böyle değildi.
* * *
Rusya’nın her köşesinden Müslüman tacirler Nijniy-Novgorod fuarına geliyorlardı. Ben de her yıl [görüşlerimi] yaymak için oraya gidiyordum… Fakat resmî şüpheleri üzerime çekmemek için de, … gazeteme abone topluyordum.
İsmail Bey Gasprinskiy
Rusya Müslümanları için daha yenilerde kullanılabilir hale gelen matbuat devriminin teknik başarılarına dayanan bir söylem yoluyla bir başka, hâkim kültürün içinde yer alan bir kültürü değiştirme mücadelesi veren Gasprinskiy’in bir dinleyici kitlesine ihtiyacı vardı. Onun Nijniy-Novgorod fuarına ve daha sonraları da diğer önemli Müslüman merkezlerine yaptığı seyahâtler ancak zamanla çözülecek belirgin bir soruna getirilen hassas cevaplardı. Her yıl ağustos ayında iki hafta süreyle düzenlenen Nijniy-Novgorod fuarı Rusya’nın en önemli fuarıydı. Ama bilhassa Volga Tatar kavmiyetine mensup çok sayıda Müslüman tüccar ve işadamının katılımından dolayı hayatî iktisadî işlevlerinden daha büyük bir öneme sahipti. Öteden beri uzak mesafeli ticarî faaliyetlerin içinde bulunmaları, kayda değer ölçekteki diasporaları, bütün bunların neticesindeki yaygın bağlantıları, nüfuzları, tecrübelerinin yanısıra onları değişime daha açık hale getiren rekabetçi ruhları nedeniyle Gasprinskiy Volga Tatarlarını potansiyel bir müttefik olarak görüyor ve gayet zekice hareket ederek onların desteğini arıyordu. Fakat bunu ancak onların ve diğer Müslümanların cazip bulacaklarını umduğu bir proje geliştirdikten sonra fiiliyata geçirdi. Bu projenin -modernist konumunun propagandasını yapacak yolların bulunması- tamamlanması yoğun ve çoğu kez yıpratıcı çabalarla geçen birkaç yılı buldu.
1883 öncesinde, yaklaşık dört yıl boyunca İsmail Bey çeşitli alternatifleri denedi. 1879’da Rus yetkililerine bir gazete kurmak için ilk izin talebini sundu. Bu, Rusya’daki ilk Türkî dilli gazete olan Hasan Bey Melikov Zerdabî’nin Ekinci’sinin kapanışından iki yıl sonraydı. Bu, aynı zamanda, Said ve Celal Ünsizade’nin Tiflis’teki Ziya adlı gazeteleri için izin almalarıyla hemen hemen aynı tarihlerdeydi. Gasprinskiy’in talebinin reddedilmesinin nedeni de, bilahare “iki valiye ve üç bakana” sunduğu dilekçelerinin akıbeti de bilinmiyor. Bunda, Kırım ve Kafkasya’daki yerel koşulların yanısıra idarî önderlik ve mevzuattaki farklılıklar da etkili olmuş olmalıdır.
Önündeki yol şimdilik tıkanınca, o da yüzünü başka yayın biçimlerine çevirdi. Mayıs 1881’den başlayarak ve ertesi yıl da devam ederek düzensiz aralıklarla çıkan herbiri bir ya da iki sayfadan meydana gelen, gazete formatında oniki adet “makaleler derlemesi” yayınladı. Kırım Tatarca yazılan bu makale derlemeleri yalnızca herkese hitap eden genel konularda değil, kariyeri boyunca en çok öne çıkan bir konu olan dil reformunu işleyen bir sürü makale de ihtiva ediyordu. Resmî izin almaksızın bir dönemsel yayın çıkarıyor suçlamalarından kaçınmak için Gasprinskiy her koleksiyona farklı bir ad vermişti. Oniki taneden sekizinin adını tespit etmeye muvaffak oldum: Tonguç, Şafak, Kamer, Ay, Yıldız, Güneş, Hakikât ve Latail. Bahçesaray’da Arap harfleriyle basım yapmaya muktedir bir matbaanın bulunmaması sebebiyle, bunların ilk ikisi sırasıyla beşyüz ve bin adet olmak üzere Tiflis’te Ünsizade biraderler tarafından yayınlandı. Gasprinskiy 1881 yazında bir matbaa kurma izni aldığından bütün müteakip yayınları Bahçesaray’da basmaya (tirajları bilinmiyor) muvaffak oldu. Elinde bu izinle St. Petersburg’a gidip yayın planlarını (beheri üç rubleye, yılda elli sayı basılacak bir gazete) ilân eden bir sirküler bastırdı ve sonra da birkaç başka vilâyeti arşınlayarak bu sirkülerleri dağıttı. Bu 1881 yılının ağustos ayındaydı ve Nijniy-Novgorod’daki fuar devam ediyordu. “Seküler bir yayın” fikrine kayda değer bir direnç gösterilmiş olsa da, en azından birkaç Müslüman tüccar buradan mallarıyla birlikte “Avrupa ve Asya Rusya’sındaki bütün önem taşıyan yerlere” bu ilânları taşıdılar. Memleketine dönüşünden kısa bir müddet sonra, matbaayı kurmaya, mürettipleri yetiştirmeye ve yaklaşık ikiyüz elli abonenin desteğiyle ayakta duran makale derlemelerini meydana getirmeye başladı.
Bu hayırlı başlangıç henüz bilinmeyen bazı sebeplerle dumura uğradı. Söz verilen elli koleksiyondan sadece onu Tonguç ve Şafak‘ın peşinden geldi. Gasprinskiy’e bakılırsa, yetkililer onun oyununu anlamış ve onu “bir dönemsel yayın niteliğindeki” bu faaliyetini durdurmaya zorlamışlardı. Abonelerine karşı mahcup duruma düştüğü bunu izleyen şaşkınlık ve bocalama devresinde İsmail Bey iki strateji uygulamaya karar verdi: bunlardan ilki kısmî bir telâfi olarak iki kitapçığın derlenmesi, basılması ve abonelere dağıtılması; ikincisi de hükûmet yetkililerini ona bir gazete çıkarma izni vermeye ikna etmek için yeni bir girişimde bulunmak.
Bahis konusu kitapçıklar, Gasprinskiy’in kendisinin de kabul ettiği üzere, alelacele biraraya getirilmişlerdi. Bununla birlikte, izleyen otuz yıl boyunca kotaracağı diğer birçoklarındaki tipik özelliklere sahiplerdi: öğreticilik, bilgilendiricilik, sadelik ve açık sözlülük. Elcümle, başvuru kitaplarını sadece birazcık aşan kitapçıklardı. Bunların ilki “gelecek yıl için lüzumlu” bilgilerin bir özeti şeklindeki, ondokuzuncu yüzyıl tarzında kaleme alınmış bir “takvim” olan Salname-i Türki‘ydi. Verileri derlemek için Gasprinskiy Rusça, Türkçe ve Fransızca yıllıklardan, atlaslardan, istatistik eserlerinden ve diğer kaynaklardan yararlanmıştı. Muhtevası tarih ve coğrafyadan çağdaş hadiselere, çeşitli ülkelerdeki eğitim meselelerine, basının durumuna, tren tarifelerine ve hattâ frenginin tarihçesine, nasıl yayıldığının ve tedavisinin bir tasvirine dek uzanıyordu. İkincisi daha kısa bir kitapçık olan ve hayvanlar âlemine ilişkin bir makale, Rüsya Müslümanlarının Mekke’ye hac yolculuklarında kullanacakları güzergâhın bir tasviri, çay üzerine bir deneme, kahvehane sahibi üzerine nükteli bir hikâye, kısa bir İstanbul tarihçesi ve Kuzey yarımkürede geceleri gökyüzünde görülen renkli ışıkların [Aurora Borealis] bir tasvirini ihtiva eden, yine değişik malzemelerin bir derlemesi niteliğindeki Mirat-ı cedid (Yeni Ayna). Metni desteklemek üzere Gasprinskiy aralara İslâmın canlı varlıkların resminin çizilmesine karşı geleneksel yasağına alışkın okuyucularına izah etmek -bunu modern bilimsel tahlilin talep ettiği şekilde yapıyordu- zorunda olduğunu düşündüğü şeylere ilişkin çeşitli temsilî resimler (meselâ bir çay ağacı) -“muhteşem” bir karar- serpiştirmişti.
İkinci stratejiye gelince, üsteleme semeresini verdi. 1882 ağustosunda İçişleri Bakanı Kont Dmitriy Tolstoy’a hitaben yazdığı ve St. Petersburg’a bizzat götürdüğü dilekçeye olumlu bir cevap aldı. Gasprinskiy’e muhtevası hem Rusça hem de Türkî dilde basılacak ve önceden özel bir sansür kurulunun denetiminden geçecek haftalık bir gazete yayınlamaya başlaması için izin verilmişti. Her ne kadar ulaşılabilir kaynaklar bu hadiseyi ancak yüzeysel biçimde tartışıyorsa da, niçin sonunda başarılı olunduğunu açıklayabilecek bazı mülâhazalar ileri sürülebilir: V. D. Smirnov’un işin içine girmesi, Gasprinskiy’in Russkoe musulmanstvo [Rusya Müslümanları] adlı denemesinin yayınlanması ve çok kısa bir süre sonra Rusya’nın Kırım’ı fethi ve ilhâkının yüzüncü yıldönümünün kutlanacak olması.
Meslekten bir tarihçi-şarkiyatçı olan Smirnov’un Gasprinskiy’in bu zor kazanılan zaferine yol açan hadiselerde kuşkusuz bir yardımı olmuştu. Yalnızca ilgileri ve görevleri nedeniyle de olsa, Smirnov’un Gasprinskiy’in çekiciliğinden kaçınabilmesi çok zordu: bir tarihçi olarak, Kırım’a büyülenmişliğini bir ömür boyu sürdürmüş ve bölge tarihinin Rus-öncesi dönemine dair birçok inceleme yayınlamıştı; bir dizi Türk dilini çok iyi derecede bilen tam tekmil bir dilci olarak, Rusya Müslümanlarının yaptıkları yayınlarda sansürcü olarak görev almıştı; ve İslâm kültürünün bir talebesi olarak, mesele yoğun bir tartışmanın konusu olduğu bir sırada, Millî Eğitim Bakanlığının resmî dergisine konuyla ilgili gerek genel terimlerle ifade edilen gerekse özgül olarak Kırım’a uygulanmış şekilde ele alınan makaleler yazarak İmparatorluğa bağlı Müslümanların eğitilmesi sorunlarının tâ içine dalmıştı.
Russkoe musulmanstvo‘nun yerel bir Rus gazetesinde tefrika edildikten sonra bir kitapçık şeklinde yayınlanması Gasprinskiy’in adını ve fikirlerini Rusça okur kitlesine tanıttı. Birçokları bu denemede katılmadığı birçok nokta bulabilecek olsa da, diğerleri arasında, İsmail Bey’in Ruslarla Müslümanlar arasında bir sblijenie için yaptığı çağrı, Müslümanların Rus devletine şartsız bağlığına yönelik teyidi ve eski Müslüman eğitim sistemini mahkûm edişi, İmparatorluğun yeminli gericileri bir tarafa bırakılırsa, onu çekici bir sima haline getirmiş olmalıdır. Kendisi de geleneksel İslâmî eğitimin ve dinî kisveli cehâletin yaman bir eleştirmeni olan Smirnov bu Ruslaşmış Kırım Tatarının sempatik savlarından haz etmiş olmalıdır. Ve 1905 yılında Perevodçik/Tercüman hakkında yaptığı yorum -gazetenin “çıkışı büyük işler vaât ediyordu”- doğruysa eğer, ilk onayı onun verdiğini makul surette varsayabiliriz.
İsmail Bey’in en son dilekçesine verilen olumlu cevabı etkilemiş olabilecek bir üçüncü faktör de daha karmaşıktı ve Rusya’nın Kırım üzerindeki hâkimiyetinin nisan 1883’teki yüzüncü yıldönümüne dolaylı olarak bağlıydı. Geçerli bir iddiada bulunabilmek için şimdiye dek konuyu çevreleyen hiçbir iç yazışma veya resmî tartışma tutanakları ortaya çıkarılamamışsa da, hükûmet önderlerinin, şu aşağıdaki sebepler külliyâtını göz önünde bulundurarak, yüzüncü yıl kutlamaları vesilesiyle, yerli dilde çıkan bir gazetenin kurulmasına izin vermiş olmaları pekâlâ mümkündür: (1) onsekizinci yüzyıldaki bu vakıanın tarihî önemi ve aradan sadece bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen, imparatorluk için beklenen iktisadî ve stratejik kazançlar; (2) bunun aksi istikâmetinde yer alan, bölgenin birçok beklentiyi, bilhassa iktisadî olanları gerçekleştirmekte karşılaştığı güçlükler ve belli ölçüde açıkça görülebilir memnuniyetsizlik ve karşılıklı güvensizlik yaratan yerli sakinlerin yaşam kalitesindeki genel gerileme; (3) bunun sonucu olarak, Kırım Tatarlarının çeşitli yollarla -Türkiye’ye arızî ve genellikle kitlesel göç ve Türkiye’den molla ithaline yüksek derecede bağımlılık şeklinde tezahür eden- göstermeye devam ettikleri Osmanlı İmparatorluğuna (en sonuncusu 1877-1878’de cereyan etmiş olan, Rusya’nın sık sık çatışmaya girdiği) yönelik belirgin sempati ve bağlılık.
Kendisine bir gazete çıkarma izni veren koşullar ne olursa olsun, Gasprinskiy Perevodçik/Tercüman‘ı yayınlamak için büyük bir çaba içerisine girdi. İlk sayısı yüzüncü yıl kutlamalarını iki günle kaçırarak, belki de gazetenin ilk sansürcüsü Smirnov’un gözden geçirmesi için St. Petersburg’a bir nüsha gönderilmesi gereği yüzünden, 10 nisan 1883’te çıktı. Gazete kısmen İstanbul’dan ithal edilen Arap hurufâtıyla ve yine aynı yerden getirilen bir dizgicinin yardımıyla matbaaya verildi. İsmail Beyin çeşitli basım işlerine yardımcı olmaları bakımından yerli insan yetiştirebilmesi için bir yıl beklemek gerekecekti. O zaman bile, gazetenin iki dilli niteliği “Rusça metinleri dizmeyi ve Tatarcayı karıştırmayı bırakmayı” çok yavaş öğrenen dizgicilere sorun yaratmaya devam etti.
Perevodçik/Tercüman‘ın ilk birkaç yılı malî bakımdan çok istikrasızdı. Eşi Zühre hanımın 1881’de evlenirken Gasprinskiy’e getirdiği çeyiz ile annesinden miras kalan bir mülkün satılmasının epey yardımı oldu, ama gazetenin uzun vadede yaşamasının anahtarı yayıncının abone cezbedebilme kabiliyetinden geçiyordu. Göz korkutucu bir görevdi bu. Her yerde olağanüstü bir kayıtsızlık, güvensizlik ve alaycılıkla karşılaşıyordu. Her ikisi de destek aradığı ileri gelen bir Müslüman topluluğa verilen ziyafetlerde cereyan eden iki hadise karşılaştığı bu güçlükleri çok iyi resmeder. İlki 1882’de Kazan’da vaki olmuştu. Yöredeki otellerden birinde büyük bir salon kiralayan ve şehrin Tatar cemaâtine bir edebiyat gecesi tertip edildiğini duyuran Gasprinskiy okuma-yazma ve Müslüman dillerinin sağladığı avantajlar üzerine bir konuşma yapmayı tasarlamıştı. Oysa geceyi şöyle nakleder:
Saat dokuz oldu. Daha iki saat bekledim, ama sadece üç misafir zuhur etti, onlar da Kazan’dan değil, başka şehirlerden gelenlerdi. Biri Kafkasya’dan Allahyar Bey ve diğer ikisi de daha sonra Orenburg’da Vakit gazetesini [Tatar dilinde çıkan bir gazete] neşreden Şakir ve Zakir Ramiyev biraderlerdi. Tabiâtıyla, gece tertiplendiği şekilde cereyan etmedi, ama şans eseri Kazan’da buluşan bu yolcular arasında çok yararlı bir fikir alışverişi yapıldı.
Cemalettin Velidov’a göre, Gasprinskiy’in gazete çıkarma tasarısını olumlu bulan ve onu bu çabasında teşvik eden tek Kazanlı, önde gelen reformcu âlim ve tarihçi Şihabeddin Mercanî idi. Bununla beraber, Şakir Ramiyev’in muhtemelen İsmail Bey’le buluşmalarından çok kısa bir süre sonra biraderine yazdığı mektubun da gösterdiği gibi, sempatizanların bile kuşkuları vardı:
Kendinden gördün, dolayısıyla biliyorsun ki, halkımız başına … sarık geçirmeyen birinin sözüne itibar etmiyor. Bazı kişiler Gasprinskiy’in bir gazete yayınlamaya hazırlandığını işitince dehşete düştüler ve sopalarını sallayarak şöyle dediler: “Gazete, gazete! Bu dünyanın sonu demek!”
Rusya Müslümanları arasında okuma-yazmanın ve aydınlanmanın yayılmasının fazlasıyla yanında olmasına rağmen, Şakir şahsen zamanın bir gazete çıkarmak için yeterince olgunlaştığından emin değildi.
İkinci hadise, birkaç yıl sonra, 1885’te Kafkasya’da bir abone yazma “avı” sırasında cereyan etmişti. Daha sonraları bu tecrübeyi hatırladığında Gasprinskiy şöyle yazmştı:
O zaman şehrin [Bakû] altını üstüne getirmiş ve neredeyse zorla birkaç yüz nüsha dağıtmış, ama abone olmak isteyen tek bir kişi bulamamıştık. Halk gibi, tüccarlar da kuşkusuz bizden korkuya kapılmışlardı ve bu da çabalarımıza ciddî şekilde engel olmuştu. Din adamları bizi sapkın olarak görmüş ve rastlantı eseri karşılaştığımız iki-üç entelektüel de bize deli gözüyle bakmıştı!
Perevodçik/Tercüman‘ın tarihinde herhangi bir zamanda ne kadar abonesi olduğunun teyidini yapmak imkân dahilinde değil. Daha ileri yıllar için, beş bini sadece Türkiye’de satılmak üzere, on ilâ onbeş bin rakamı ileri sürülüyor, ama bunların geçerliliği şüpheli. İlk beş yılın sonunda, Gasprinskiy’in Filipov’a söylediğine göre, gazete hâlâ sadece üç-dört yüz aboneye sahipti. C. Seydahmet’in 1883, 1884 ve 1885 için verdiği sırasıyla üç yüz yirmi, dört yüz altı ve binin üstü şeklindeki rakamlar düşündürücü. Bu rakamlar doğru olsaydı, 1890’ların başlarında, malî sıkıntının gerilemiş, sonra da ortadan kalkmış olması gerekirdi.
Başlangıcından 1905 yılının sonuna kadar, Perevodçik/Tercüman, Rusça ve lisan-ı Türkî bölümleri yaklaşık iki eşit parçaya bölünmüş dört sayfalık bir teknik formata sahipti. Öyle görünüyor ki, Gasprinskiy her zaman yazılarını önce Rusça yazıyor, sonra Türkçeye tercüme ettiriyordu. Abdürreşid İbrahimov, İsmail Bey’in uygulamasının böyle olduğunu, zira Türkçe yazamadığını iddia eder. Meselenin aslı, Gasprinskiy’in 1906 yılında kendi hakkında yazdığı gibi, Türkçede “edebî üslûp ustalığına” sahip olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Ana diline hâkim olup olmadığı ya da ne derece hâkim olduğu açık değilse de, yazılarının Türkçeye başkaları tarafından tercüme edilmesi uygulaması 1905 yılının sonuna dek sürmüştür. Her neyse, 1905’ten itibaren Rusça kısım yavaş yavaş sıfırlandı ve gazetenin adı Tercüman-ı Ahval-i Zaman oldu.
Başlangıçta haftalık bir yayınken, Perevodçik/Tercüman 1904’te haftada iki gün, bilâhare 1906’da haftada üç gün ve son olarak 1912’den kapandığı 1918 yılına dek günlük olarak çıkmaya başladı. Abonman bedeli başlangıçta yılda dört rubleyken, 1907’de üçe düştü ve son olarak da, günlük haline geldiğinde, beşe yükseldi. 1890’dan itibaren, her ne kadar Gasprinskiy bu konuda temkinli olmaya devam etse de, çizimler, resimler ve fotoğraflara da yer verildi. Temel mizanpaj bakımından tutarlılık esastı: Gasprinskiy tarafından kaleme alınan bir başmakale ve makaleler, Rusya içinden haberler, yurtdışından haberler, bir tefrika (zaman zaman edebî/didaktik, başka zamanlar doğrudan doğruya bilgilendirici), resmî duyurular (bilhassa Müslümanlarla ilgili olanlar), Rus (ve daha sonraları Müslüman memleketlerdeki) dönemsel yayınlarından iktibaslar, kitap haberleri ve ilânlar.
Perevodçik/Tercüman‘ın tipik bir sayısının muhtevasının bu kaba hatlarıyla tasviri gazetenin abidevî önemi konusunda bizi yeterince aydınlatmaz. Bir kere, gazetenin bizatihî varlığı bile, giderek artan sayıda Rusya Müslümanı için, yalnızca kamusal söylemin niteliğini değil, seviyesini ve tesirini de değiştiren, hızla genişleyen bir kitap neşriyâtı ve ticaret ağından da güç alan gerçek bir iletişim devrimine delâlet ediyordu. Başlangıçta, gazete basitçe yeni bir şeydi ve bütün yeni şeyler gibi geniş bir yelpazede tepkiye yol açıyordu: merak ve alkıştan şüphe ve mahkûmiyete. Müslümanlar için farklı, dolayısıyla da cesaret kırıcı olan, dünyaya ve insan faaliyetine bakış tarzının hem bir yansıması hem de bir dillendiricisi görevini görüyordu. Modernizmin bir sözcüsü olarak, zımnen yıkıcıydı. Bu da, İsmail Bey’in, kökü ister İslâmî isterse Rus pratiğinde olsun, statükoya kademeli olarak artan saldırı stratejisini açıklamaya yarar. Bu nedenle, bir taraftan, gazetenin muhtevasını, Müslüman okuyucuları için tartışma yaratmayacak konular üzerine en temel ve en yalın malûmâtla sınırlandırdı. Şöyle yazıyordu:
Üç yıl böyle geçti. Dördüncü yıl, gazetenin muhtevasını biraz genişlettim ve içine tenkidî unsurlar kattım. Yine de, bunu yapmak için, öncelikle, abonelerimi yaptığım tenkitleri alaycılıkla ya da rezilâne dedikoduculukla karıştırmamaları hususunda ikna etmem gerekiyordu. İnsanları bu hususta ikna etmek çok uzun zaman alıyor ve [bu görev] halen daha sürüyor. Şimdi [1888] bile okuyucularım zaman zaman benim dedikodu yaptığımı zannediyorlar ve onları bunun aksine ikna etmeye çalışmak bütün çabamı alıp götürüyor.
Diğer taraftan, Rusya’nın gücü ve hâkimiyetine riâyet ediyor, sansürcünün sopasından kaçınıyor ve 1905’te imparatorlukta şartlar değişene kadar, politikayı programının dışında tutuyordu. Yenilik olgusu geçince, Perevodçik/Tercüman yavaş yavaş sembolik, hattâ mecazî bir anlam taşıyan bir görüntüye kavuştu. Bu kısmen onun hayatta kalmayı başarabilmesinden, zengin ama gelişmemiş bir toprağa atılan bir tohumdan biten gürbüz bir bitki oluşundan kaynaklanıyordu. Mukayeseli olarak, 1917 öncesindeki birkaç on yıl boyunca dünya yüzü gören Müslüman dönemsel yayınların diğer çoğu örnekleri kısa ömürlüydü ve sahneye çok daha sonraları, büyük ölçüde 1905’ten sonra çıkmışlardı. Bununla beraber, hayatta kalıştan daha da manidar olan, yavaş yavaş sayfalarında ifade bulmaya başlayan, daha iyi bir gelecek kurmaya yönelik programdı. Kitap (doğru olanı şüphesiz) ve gazete okumayı teşvik ederek, Gasprinskiy daha geniş ve daha hoşgörülü bir fikir jimnastiğinin yolunu açmıştı: geleneksel eğitim sisteminin ıslahı, Arap alfabesinin basitleştirilmesi ve Türkî diller arasındaki farklılıkların azaltılması, başka kültürlerle ve bunların başarılarıyla köprü kurulmasının aracı olarak yabancı dil öğrenmenin önemi, vasıf geliştirme (bilhassa iktisadî olanlar) ve kabiliyetlerin önünün açılması (bilhassa kadınlarda) ve Müslüman dinî uygulamaları idaresinin yeniden yapılandırılması hakkında.
Bütün bunlar arasında en temelli olanı akıl ile dinin birbiriyle uyumsuz olmadıkları üzerindeki tavizsiz ısrarıydı; bunlar sadece farklı insanî ihtiyaçlara hizmet ediyorlardı. Her ne kadar insan davranışlarını düzenlemekle âlâkalı olsa da, din, insanın birşeyler öğreneceği yegâne tecrübe nesnesi değildi. Gasprinskiy meseleyi kısa ve öz olarak şöyle ortaya koyuyordu: “… Şeriâtın, ya da inancın, hakikâtten, yani akıldan ve tecrübenin dikte ettiklerinden uzaklaşmaması çok önemlidir.” İslâm dinini reddetmek değil, ama adem-i merkezileştirmek yoluyla, Müslüman tecrübesi içinde, Batı’nın teknik ilerlemelerinin kabulüne izin verecek laik bir yer açmaya çalışıyordu. Giderek daha çok insanın bilincine vardığı üzere -büyük ölçüde Perevodçik/Tercüman benzeri yayınların sürekli dürtüsüyle-, bu ilerlemeler sadece Batılıların terekesinde kalamazdı. İşte Gasprinskiy ve gazetesinin ortaya attığı meydan okuma ve vaât, bu terekenin nasıl paylaşılacağı, bunun modernleşmeci ideoloji misâkının içine nasıl katılacağı ve dolayısıyla da, Müslümanların bir zamanlar sahibi olduklarını düşündükleri ve yeniden ulaşmayı arzuladıkları güç, refah ve itibarı nasıl yeniden talep edecekleriydi. Zamanla Perevodçik/Tercüman modernizm için bir mecaz halini aldı. Bu itibarla da, adı, Rusya Müslümanlarına kendileri ve diğer birçoklarının geçen yüzyıl ve sonrasında peşine düştükleri bu abidevî emeli hatırlatıyor.
Faydalı bir makale olmuş, teşekkür ederim.