İsmail Gaspıralı
Medrese-i îslâmiyelerde ‘ulûm-ı dîniyeden mâ’ada fünûn-ı cedîde tahsîli ‘âdet edilse fâ’ideden hâli olmayacağı geçen bir nüshamızda Trabzon vilâyetinden alınıp kısmen dere edilmiş bir mektupta arzu edilmiş idi. Bu mes’ele ‘indimizde en büyük ‘ad olunan bir mes’eledir. 1881 senesi elimize ibtidâ kalem aldığımızda bu mes’eleye dâ’ir mahsûs bir risale neşr etmiş idik.
Târîh-i İslama nazar edildikçe hilâfet-i Abbâsiye zamanında Azya, Afrika ve Endülüs medreselerinde ‘ulûm-ı dîniyeden mâ’ada târîh, hendese, hikmet-i tabî’iye, felsefe ve hatta ‘ilm-i tıp tedris ve tahsîl edildiği görülür. Bu sayede ‘ulûm ve ma’ârif en yukarı tabakalardan ta köylüler arasına kadar bir derecede intişâr olunmakta idi. Mezkûr medreselerde yetişen “ulemâ” mü-nevverü’l-efkâr olup her cihette isti’dât ve kemâlât gösteriyor idi. Gazalîler, İbn-i Sinalar, İbn-i Rüşdler, Farabîler mezkûr medreselerin mahsulü idi.
Moğol tahribatından biraz daha evvelce zarar ‘ad edilip terk edilmiş fünûn ve ‘akliyatın fıkdanı ‘âlem-i îslâmiyeti en ziyâde kederlendirmiş hâllerdendir ve hâlâ pek çok kıt’aları hâb-ı gaflette bırakan ‘ulemâ-yı İslâmın ma’lûmâtsızlığıdır ve bu da medrese-i İslâmiyelerin usulsüz bir hâlde devam ettiklerindendir.
Bir düşünülsün: Meselâ Kaşgar’da ve yâki Afrika içi Burno’da medreseler de var, ‘ulemâ da var; ancak ne okuyorlar ve ne biliyorlar su’âline en ağır bir cevâp vermek lâzım gelir.
İslâm kaptanları bir direkli kayıklar ile bir taraftan bahr-i Atlantik’e kadar diğer tarafından Çin ve Muhît-i kebîr adalarına kadar gittikleri, dünyânın yolsuz zamanında tüccâr-ı İslâmın bilâ-tereddüt en uzak kıt’alara daldıkları, emti’a-i İslâmînin her tarafta mu’teber olduğu, seyyahlarımızın, vâ’izlerimizin cenubun en sıcak ve şimalin en soğuk yerlerine kadar vardıkları ve ‘umûm ahâlide efkâr-ı terakkî ve dirilik görüldüğü medrese-i îslâmiyelerin vaktiyle kalb-i ‘umûmîye saçtıkları ma’lûmât ve ziya sayesinde meydana gelmiş idi.
Medrese-i İslâmiyelerde ‘ulûm-ı diniye ile beraber ‘ulûm-ı ‘akliye ve ma’îşiye tedris edildikte efkârlı ve ma’lûmâtlı ‘ulemâ hükümet merkezleri olan şehirlerde bulunduğu gibi her köyde biri ikisi bulunuyor idi. Her mahallenin her karyenin bir imâmı olmak lâzım geldiği hâlde şu imâm gördüğü tahsilin netîcesi olarak hem “bir “âlim” hem bir “ehl-i kemâl”, idi. Mahalle cemâ’atinin ‘ibâdetine riyaset ettiğinden mâ’ada tevsî’-i ma’lûmâtına, ikdam ve terakkisine hadim olabiliyorlar idi…. >şimdi? Şimdi ne olduğunu söylemeye pek de hacet yoktur; daha iyisi ne yapmak lâzım olduğuna bakalım.
Medrese-i İslâmiyelerin cedvel-i tahsilleri ve usûl-i idareleri ve talebenin sûret-i ma’îşeti ıslâh edilmek lüzumunu göstermek için Avrupa’nın ve hatta memâlik-i şarkiyede sakin Ermeni Rum, Bulgar ve sâ’irlerin bu yolda ettikleri ikdam ve tedâbirin beyânından sarf-ı nazar yalnız patrikhane mekteplerinin programına bir göz edilip yetiştirdikleri papazların ma’lûmâtına dikkat edilir ise mükemmel programlı mektep-i milliyenin ne kadar büyük iş gördüğü anlaşılmış olur.
1881’de neşr ettiğim risâlde yazdığım üzre ‘umûm medreseler taht-ı nezârete alınıp talebe dinlendirilmeyip senede on ay tahsilde bulunmalıdır. Sarf ve nahv-i ‘Arabî dersleri sühûletli bir tarza konulmalıdır; talebe sınıf sınıf edilip imtihansız aşağıdan yukarı derse geçirilmemelidir; her medresede iki ve mümkün olur ise üç müderris bulundurmalı ki bunların biri lisân ve edebiyât-ı Türkîden ve hesaptan ders vermeli.
îbtidâ-yı hâlde her vilâyette bir “medrese-i ‘âliye” te’sîs etmeli ki bu medreseye gelen talebe lisân ve kavâ’id-i ‘Arabiyeyi ve Türkîyi bilip ve bir derece fıkıhtan, âkâ’id ve tefsirden ma’lûmâtı olmalı. Medrese-i ‘âliyeden ‘ulûm-ı ‘Arabiyenin ilerisi, edebiyât-ı ‘Arabiye, mantık, ‘ilm-i hesap, coğrafya, târîh, hikmet-i tabî’iye, usûl-i tedris, nizâmât-ı mülkiye ve ‘ilm-i servet tahsîl edilmeli. Huddâm, vâ’iz, nâ’ib, kadı, mu’allim-i mekteb-i sıbyân olmak isteyen efendiler “medrese-i ‘âliye”den çıkma olmalı.
Bu hâlde yavaş yavaş zıyâ-yı ma’ârif en çet karyelere kadar ve efkâr-ı terakkî en yüksek dağlara, en derin vadilere kadar gider.
Yersiz ta’assup kalkar; görenek vebası köterilir; “neme lâzım” durgunluğu ikdama yer verir; milletin fikri ve eli ayağı harekete gelir ve eski terakkîmiz yeni tarzda tecdîd eder.
Medreseleri ıslâh ve her vilâyette birer medrese-i ‘âliye etmek için pek büyük para lâzım olmaz.
(7 R. Evvel 1314 (4 Ağustos 1896) Sayı:30’un ilâvesi