Şefika GASPIRALI
Babam, şen, konuşkan ve güleç yüzlü bir insandı. Eğlenceyi severdi. Yaz aylarında bahçede şenlikler tertip eder, çalgı oyun ve dansla misafirlerini ağırlardı. İkramın başta geleni çiğbörek olurdu. Komşu kadınlar çiğ börekleri bahçenin bir köşesinde yapar ve pişirirlerdi. Misafirlerden bazılarının ocak başında kaçamak çiğbörek yedikleri olurdu.
Babamın sevdiği türkü “Demirciler demir döver…” türküsü idi. Ara sıra dalarak bu türküyü söylediğini hatırlarım. Rahmetli, bahçesini çok severdi. Ağaçlar altında yere serilmiş kilimlere uzanarak yer sofrasında yemek yer, sonra sırtüstü yatarak tabiata terk ederdi kendini. Tabiatı çok sevmesi hesabıyla yaz aylarında sık sık piknikler tertiplenir, bazen de korulukta kuzu kızartması yapılırdı. Kuzu kızartmanın ustası da Kırım’da kız çocuklar için ilk olarak usul cedit mektebini tesis eden kız kardeşi öğretmen Selime hanım idi. Bu pikniklerin birinde babam, ve kardeşim Rıfat’ta Robenson Cruzoe’nin bir hikayesini ağır ağır ve arada mütalaa yürüterek anlatmış, fakat hikayeyi tamamlamıştı. Kalan kısmını sizlere gelecek sene anlatır bitiririm demişti. Ve bu kitabı hiçbir yerden aramayarak hikayeyi okumamızı söylemişti. Bu kadar tenbih biz çocuklara kafi gelmiş ve bizler sabırla gelecek senenin yaz aylarını beklemiştik. Hakikaten babam ertesi yaz, hikayeyi evimizin terasında yere serilmiş kilimler üzerine sırt üstü uzanarak ve gözlerini simsiyah kubbenin parlak yıldızlarına dikerek anlatmış ve tamamlamıştı. Babamın insan terbiyesinde, önem verdiği cihet, sabır ve tevazu idi. Biz evlatlarına da her fırsatta bunların faziletini anlatır aşılamaya çalışırdı.
Evinde her vakit iki, üç besleme kız bulunur, zamanı gelince onların çeyizlerini yapar ve evlendirirdi. Düğünlerin iki gün devam ettiğini hatırlarım. Şayet gece şenlikler fazla uzarsa, usulcacık çalgıcıları savardı. Annem ve halalarımın kızmasına aldırmaz, itirazlarına güler geçerdi.
Ramazan, bayram mevlüt gibi önemli adetlere çok dikkat eder, şehrin ulema, münevverlerine ve mahalle sakinlerine ayrı ayrı iftar tertip eylerdi.
Bundan başka bir fırınla anlaşır ve Ramazan boyunca yüz fakire pide dağıttırırdı. İftar sofralarında adet ve ananeye uygun her şeyin bulunmasına çok dikkat eder ve bu hususta titizlikle dururdu. Bir defasında iftar sofrasında zeytin bulunmaması üzerine ev halkını adam akıllı azarladığını hatırlarım.
Denizi de pek severdi. Uluğkul köyü civarında deniz kıyısında çadırlar kurulur çoluk çocuk hizmetçiler, at araba ve hayvanlarımızla birlikte bütün bir ev halkı orada toplanır, bir nevi kamp hayatı yaşanılırdı. Babam, Buhara hanının hediyesi olan çok süslü çadırı kendisine tahsis eder ve çadırın kapısına da at kuyruğu bağlatırdı. Bu kamp hayatının devamınca eş, dost da burada ağırlanırdı.
1896 senesinde Çarın tahta çıkması münasebetiyle yapılan merasime babam da gazeteci sıfatıyla davet edilmişti. Merasime iştirak eden babam, dönüşünde bir projeksiyon makinesiyle bir sürü de resim getirmişti. Bu resimleri içinde Rusya’nın birçok şehir, Kırım, Kafkasya ve Orta Asya manzaraları ve buraların halklarını temsil eden tiplere ait fotoğraflar vardı. Fakat bunlar içinde bir tanesini hala hatırlarım. Bu bir Rus Kinazının Kazan Hanına bat merasimini tasvir ederdi. Han tahtından yanında hanımı ile birlikte oturmuş, knaz ise hanım karşısında diz çökerek onu selamlıyordu. Resmin gerisinde elleri hediyelerle dolu boyarlar sıralanmışlardı. Bu fotoğraflar içinde Deli Petro’nun da bir çok pozu vardı. Bahis konusu projeksiyon makinesini babam, bilahare Buhara Han’ına hediye etmişti.
Rahmetli, biz evlatlarını hep okumaya teşvik eder. Okuyacağımız kitapları bizzat seçerek satın alır, bilhassa klasik eserleri tercih eder ve dergilere de abone olurdu. Seçtiği eserlerin hepsi manidar ve milletseverlik duygusu telkin eden cinsten olurdu.
EMEL Dergisi, Sayı 12. Eylül 1962