2.Bl(1930)
“Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle başla”
İsmail Bey Gaspıralı fikirlerini ortaya koyabileceği Türkçe bir yayın organına ihtiyaç duymaktaydı. Resmî müracaatlarının sonuçsuz kalması üzerine, Tiflis’de Tonguç, Şafak, gibi değişik adlarla bir kaç sayfadan ibaret dizi yayınlar bastırdı. Bu “bir seferlik” gazeteler arka arkaya yayınlandıkları için fiilen süreli yayın olmakla birlikte, resmî izin gerektirmediğinden teoride münferit yayınlar şeklinde basılmıştı.
Çarlık rejiminden Türkçe süreli bir yayın izni alabilmek için uzun ve bıktırıcı teşebbüslerini sürdürdü. Diğer yandan Saint Petersburg, Moskova ve İdil-Ural bölgesine seyahatlar yaparak destek ve Arap harfleri ile baskı yapabilecek matbaa malzemelerini arıyordu.
Gaspıralı, en sonunda uzun süredir beklediği izni almayı başardı. Ancak, gazete iki dilde,Tatarca ve Rusça yayınlanabilecekti. Gazetesinin ilk sayısını, Bahçesaray’da kurduğu matbaasında 22 Nisan 1883’de bastı. Tercüman Kırım’da neşredilen ilk Tatar gazetesiydi ve Rusya İmparatorluğu’ndaki Müslümanlar arasında yayınlanmış ve yayınlanacak gazeteler arasında da en uzun ömürlüsü ve hiç şüphesiz en tesirlisi olacaktı. Başlangıçta Tercüman‘ın tirajı yalnızca 300 olup, haftada bir kere yayımlanmaktaydı. Ekim 1903’den itibaren haftada iki gün çıkmaya başlayan Tercüman, 1912’den sonra günlük oldu. Ancak, Tercüman‘ın gerçek önemi ve etkisi tirajının çok ötesindeydi. Bir kere, Tercüman Kırım’da yayınlanan ilk Türkçe gazete olduğu gibi, bütün Rusya Müslümanları arasında Türk dilindeki ancak üçüncü gazeteydi. (Taşkent’de yayınlanan resmî Türkistan Vilâyeti’niñ Gazeti hariç tutulursa) diğerlerinin kısa sürede kapanmalarıyla uzun süre Tercüman Rusya İmparatorluğu dahilindeki tek Türk ve Müslüman gazetesi olarak kalacaktı.
Tercüman 34 yıllık yayın hayatında inanılmaz bir okunma yaygınlığına ve prestije ulaştı. XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Kazan’dan İstanbul’a, Kahire’ye ve Tahran’a, Rusçuk’dan Kaşgar’a kadar muazzam bir arazideki Türk dilli halkların aydınları Tercüman’ı okuyacaklardı. Kendi ifadesiyle, “Dersaadet’in hamal ve kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan’da, Sibirya’da olduğu gibi Tebriz’de ve Horasan’da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur”. Yayın hayatının son yirmi yılında Türk dünyasının her hangi bir noktasında Tercüman’ı takip etmeyen ve onun fikirlerinden habersiz bir aydın düşünmek mümkün değildi.
Doç. Dr. İsmail TÜRKOĞLU (Marmara Üniversitesi)
İstanbul’da yoğun bir okuyucu kitlesi tarafından tercih ediliyor. Hatta eğer bu sayıda bir mübalağa yoksa, bir dönem 15.000, 16.000 müşterisi olduğu, İstanbul’da biliniyor. Bu 15.000, 16.000 sayısı İ.Gaspıralı’nın da hazır bulunduğu bir toplantıda ifade ediliyor ve İ.Gaspıralı’da bu sayıya bir itirazda bulunmuyor. O dönemde İstanbul’da eğitim görmekte olan Kazan Tatar aydınlarından Fatih Kerimi İstanbul’da Tercüman’ın çok iyi takip edildiğini, hangi kahvehaneye gitse masa başına toplanmış halkın tercüman okuduğunu, sokak başlarındaki gazete satıcılarının Tercüman geldi diye bağırdığını yazmaktadır.
Tercüman’ın son derece kısıtlı teknik imkânlarla ulaştığı bu etkiye, günümüzün imkanlarına rağmen Türkiye’den ve bir başka Türk ülkesinden hiç bir medya organıbugüne kadar ulaşabilmiş değildir.
Gaspıralı gazetesini ve bütün diğer yayınlarını Türk dilinin konuşulduğu dünyanın her yerindeki Türklere hitaben çıkarmıştır. Bundan maksadı, ortaya atacağı reformları ve millî uyanış fikirlerini başta Rusya İmparatorluğundakiler olmak üzere bir bütün olarak Türk dünyasına sunmaktı.
Rafael HAKİMOV(Tataristan Cumhuriyeti Tarih Enstitüsü Müdürü)
Onun fikri Türk halklarını birleştirmek ve Tercüman Gazetesi’ni çıkarmaktı.O bu yol için ortak Türk dilini takdim etmişti. O dönemde Tercüman bütün Türk dünyasının tanıdığı, bütün aydınlarının okuduğu bir gazete idi.Ortak bir Türk dilinde yayınlanıyordu.
Prof.Dr. Bekali KASIMOV (Taşkent Üniversitesi)
Tercüman Gazetesini okumayan adam yok. Rusya Müslümanları kitabını okumayan adam yok bu yerlerde. O’nun ders kitabı Hoca-yı Sübyan her okulda okutuluyordu. Tüm öğretmenlerin elindeydi.
Tercüman‘ın bizzat kendisi de bir reformdu. Zira, Tercüman’da kullandığı dil, onun Türk dünyasının ortak edebî dil olarak benimsemesini istediği şiveydi
Fatma KÜÇÜKKIZI (Kırım)
Üç tanecik kaldık. Üç taneden kopayıp, gelip hep adımız Türk üre. Şu dedemizin namında. Ahırbeti kartlıkta şu Türk namı bizi bir daha kıynadı.
Arzu TİRYAKİ (Karaim-Kırım)
1924 senesinde mında oturaydım, bir yaka gitmedim. Erkeğim mında öldü. (Z.K: Siz kımsınız, kayısı dinden sınız?) Ben Karaim’ım
Elvide ÇETİNKAYA (Ayancık-Türkiye)
Sona ne olacak. Millet gurbete gitti. Öküz-inek bırakmadılar, sattılar. Yalnız insan ne yapabilir, ben şimdi ne yapabilirim, bir tek garı.
Gülnar SEYİTOVA (Taşkent-Özbekistan)
İzmir, Ankara, Bursa, Muğla hamda İstanbul’da bulunduk. İstanbul’dai maşinalarda bizi … alıp, varıştı.
Cemile ŞABANOVA (Karasubazar-Kırım)
Anamların evinde elime bir tonum süt satmaga vardım Yalta’ga. Sığırımız vardı. Balama anam bakardı. Men süt alıp gittim Yalta’ga satmaga.
Esasta aynı farklı şive ve lehçelerde konuşan Türk halkları, en azından yazı dilinde yani edebî dilde birleşmeliydiler ki Tercüman’da kullanılan ve en gelişmiş Türk dili kabul edilen İstanbul şivesine dayanan lisan, bu edebî dilin örneğini teşkil edecekti.
Doç.Dr. Zuhal YÜKSEL (Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi)
Sadece kullandığı dil İstanbul Türkçesiydi. 1905 yılından sonra İsmail Gaspıralı’nın Tercüman Gazetesinde hem “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarını koyar hemde daha açık bir şekilde İstanbul Türkçesinin ortak bir Türk dili olması gerektiğini açıklar.
Bununla birlikte, Gaspıralı, Osmanlı Türkçesinin gramerine daima büyük bir kararlılıkla bağlı kalır ve sürekli olarak başka yazarları da buna teşvik ederdi.
İsmail Bey, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları ile yüklü olan Osmanlı edebî dilinin aşırılıklarını sık sık eleştiriyor ve hicvediyordu. Onun Türkçesi konuşulan dil üzerine inşa edilmişti. Bu dile zaman zaman Kırım Tatar sözleri katmasının bir sebebi bunun Gaspıralı’nın ana dili yani en iyi bildiği şive olmasıydı. Kırım Tatar Türkçesinin katılması Gaspıralı’nın Türkçesinin daha geniş kitleler tarafından anlaşılabilirliğini arttırmaktaydı. Zira Kırım Tatar şiveleri, Türk dillerinin iki esas grubu olan Kıpçak ve Oğuz unsurlarını bir arada barındırdıklarından Türk dünyasında özel bir yere sahipti. Bu yüzden, gerek Kıpçak, gerekse Oğuz grubu Türkçelerini konuşan halklar için Kırım Tatarcasını anlamak öbür farklı gruba mensup şiveleri anlamaktan çok daha kolaydı.
Gaspıralı kendi halkı olan Kırım Tatarları da dahil bütün Rusya Türklerinin dertlerinin çözümünde en önemli adımın her açıdan çok sınırlı olan güçlerin birleştirilmesiyle, benzer problemlere çözümler aranmasının olduğunu düşünüyordu.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Aslında bütün Türk, İslâm, hattâ Şark dünyası için geçerliliğine inandığı bu düsturu, pragmatik ve ölçülü karakteriyle öncelikle Rusya İmparatorluğu dahilinde işlerliğe kavuşturmak istiyordu. Onun için, tek bir ortak edebî dilin tesisi bütün Türkler arasındaki her türlü ilerici değişikliğin başlangıç noktası ve vazgeçilmez şartı idi.
Gaspıralı’nın millet tarifinin temeli dil birliği üzerine inşa edilmişti. Zihnindeki Türk milletini 1905’deki bir makalesinde şöyle tanımlıyordu:
“Til, lisan itibarıyla Şarkî Sibirya’nın Yakutları, Sibirya Türkleri, Baraba, Kazak, Kırgız, Karakalpak, Başkurt, Nogay, Kazanlı, Kırımlı, Kumuk, Uygur, Özbek, Tarançı, Sart, Azerbaycan ve Osmanlı namları ile maruf taifeler, uruğlar hep Türk tili ile söyleşirler, hep Türktürler”
Dil birliğinin zarurî olduğunu da şu sözlerle vurguluyordu:
“Elli milyonluk Türk kavminin vilayet vilayet şiveleri telaffuzda tefavütleri var ise de hasıl lisanları birdir, binaenaleyh bu kavm-i necîbenin umumî lisan-ı edebiyyeye hakkı olduğundan maadâ dünyada yaşamak istiyor ise herşeyden ziyade ve herşeyden evvel ittihad-ı lisâna çalışmalıdır.” Gaspıralı’daki Türk milleti kavramının ayrılmaz bir unsuru İslâm’dı. Bu şaşırtıcı değildir, Çünkü Rusya İmparatorluğu’ndaki “Türk-Tatar halkların” tanımlanmasında ve ayırdedilmesinde İslâm kesinlikle bütün diğer unsurlardan daha belirleyici bir role sahipti. Gaspıralı’nın halkın İslâmî mensubiyet ve bağlılığını tamamen farklı başka bir kavramla değiştirmeye kalkışması halinde en ufak bir başarı şansı olmadığı gibi, zaten onun da hiç bir şekilde böyle bir niyeti yoktu.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
İsmail Bey Gaspıralı geleneksel dinî hüviyeti modern millî hüviyet ile uzlaştırmak ve kaynaştırmak gayreti içinde olmuştur. İ.Gaspıralı’nın vurguladığı İslâmiyet fıkıh sahasına veya şahsî ibadet meselelerine münhasır değildi. O, bilhassa çağdaş ihtiyaçlara cevap vermek üzere İslâm’ın kültürel, sosyal ve (elbette ki üstü kapalı olarak) siyasî dayanışma ve birliğine büyük ilgi göstermekteydi.
Bu noktada, XIX. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve genel olarak hepsi de bir İslamî uyanış arayışında olan tanınmış bazı Müslüman aydınların Gaspıralı’nınkine paralel çizgileri gözden kaçmaz. Osmanlı vatanseveri Namık Kemal, İslâm dünyasının uyanışı mücadelesi veren Cemaleddin el-Afgânî ve Muhammed Abduh, Arap fikir adamı Abdurrahman el-Kevakibî gibi pek çok aydınların yer aldığı bu aydınlar Müslüman toplumlarının geri kalmışlıklarından kurtarılmaları ve Batı sömürgeciliğine karşı mücadele edebilmeleri için çareler aramaktaydılar. Bunlar ne fundamentalistler ne de gelenekçilerdi. Farklı şekillerde olmakla birlikte hepsi de İslâmî açıdan izah ettikleri dayanışma, birlik ve vatanseverlik kavramlarına başvurmak suretiyle ve sosyal reform yoluyla Müslüman toplumlarını emperyalizme karşı birleştirmek emelindeydiler. Genel olarak bütün bu aydınlar İslâm aleminin selâmeti için, seçerek almak kaydıyla, Batı’nın teknolojisini, bilimini hattâ bazı siyasî müesseselerini uyarlamak veya benimsemek fikrini savunmaktaydılar. Gaspıralı eğitim sahasındaki geri kalmışlığın Türk-Müslüman topluluğunun karşı karşıya bulunduğu bütün diğer meselelerin kökünü teşkil ettiğine inanmaktaydı. Bundan dolayı, ona göre, toplumun modernleşme yoluna koyulabilmesi ancak bir maarif reformu ile mümkündü.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Gaspıralı’nın millî meseledeki tasavvur ve programları ancak tesirli dünyevî bir maarif sistemi vasıtasıyla halka ulaşabilir ve onlar tarafından kabul edilebilirdi.
Gaspıralı’nın yeni bir eğitim sistemini, sıfırdan başlayarak inşa etmesi gerekmekteydi.
Prof. Dr. Mirkasım OSMANOV (Kazan Devlet Üniversitesi)
Kırım’da İsmail Gaspıralı Türk halkları için yeni talim terbiye, Usul-ü Cedid, Usul-ü Savtiye gerektiğini anlamış ve fikir ile dünyaya müracaat etmiş. İlk önce Dilde, Fikirde, İşte Birlik, ondan sonra Türk halkları için yeni eğitim sistemi lazım ve o Usul-ü Cedid talimatını, fikrini söylemiş oldu. İlk önce halkta doğmuş olan ihtiyaç bu yeni fikirle kuvvetlenmiş ve 80.-90. Senelerde Tercüman Gazetesi çıkmaya başladığı zaman bu fikir Türk halkları arasında çok hızlı bir şekilde yayılmıştı,
Eğitim, öğretim reformunun ilk tecrübesini 1884’de Bahçesaray’ın Kaytaz Ağa mahallesinde açtığı mekteple yaptı. Mâlî kaynağın bulunması, öğretmenin yetiştirilmesi, programın hazırlanması, araç ve gereçlerin temini ve derste okutulacak malzemenin basılması gibi konuları bizzat Gaspıralı üstlendi. Onun bu teşebbüsünü Bahçesaray halkı başlangıçta şüphe ile karşıladı. Halka yeni mektebi benimsetebilmek için burada “kırk günde Türkçe okuma-yazma ögretileceği” iddiasında bulundu.Tam kırk gün sonrada eşrafın ve halkın hazır bulunduğu açık bir sınavla talebelerin bunu başardığını gösterdi.
İleride daha da geliştireceği bu sistem gerçek bir inkılâptı. Onun Rusya Müslümanları arasında ortaya attığı bu yeni eğitim sistemi, kendi kullandığı tabirle “Usûl-ü Cedîd” olarak çok yaygın bir kullanıma erişmiş ve bir devre damgasını vurmuştur. Bu tabirden yola çıkarak, 1917’ye kadarki dönemde Rusya İmparatorluğu’nda bu sistemden yetişen millî-reformist kadrolar da genel olarak “Cedidçiler” olarak adlandırılacaklardır.
Gaspıralı’ya göre, eğitim sistemi, ana dil Türkçenin öğretimine hizmet etmeli ve dinî bilgilerin yanısıra dünyevî bilgileri de mutlaka kapsamalıydı. Usûl-ü Cedîd’de öğretim zamanları ve talebe sayıları kesin olarak sınırlanmıştı. İlk dereceli mekteplerde öğretim süresi iki yılı geçmeyecek, bir muallim 30 veya 40’dan fazla talebeye aynı anda ders vermeyecekti. Haftada altıgün ve bir ders gününde süresi 45’er dakikayı aşmayan en fazla beş ders okutulacaktı. Talebenin yorulup bıkmaması için ders aralarına teneffüsler konulmuş ve değişik derslerin birbirini takip etmesi öngörülmüştü. Bedenî cezalar da kaldırılmaktaydı. Eski sistemin aksine, Usûl-ü Cedîd her hafta ve dönem sonlarında bütün derslerden sınavlar yapma ve mezuniyeti bu sınavlarda başarılı olunması şartına bağlamaktaydı. Dershanelerin havasının temizliğine ve ferahlığına özel bir önem veriliyor, o zamana kadar sadece Rus okullarında görülen sıralar, karatahta, kitaplık ve diğer öğretim araçları mekteplere sokuluyordu.
Müfredatta da büyük değişiklikler vardı. İlk basamakta Türkçe okuma-yazma, temel aritmetik, hat, Kur’an okuma ve İslâm’ın esaslarını öğretmeye yönelik dersler yer almakta, buna bir üst basamakta genel coğrafya ve tarih, İslâm ve memleket tarihi hakkında giriş bilgileri ve tabiat bilgisi dersleri de ilâve edilmişti. Büyük çoğunluğu ilk defa verilen bu dersler için ders kitabı da olmadığından, Usûl-ü Cedîd mekteplerinde kullanılacak temel ders kitabını da 1884 yılında Hocâ-i Sıbyân adıyla bizzat Gaspıralı kaleme alarak kendi matbaasında bastı.
Usûl-ü Cedîd’in kabul görmesi ve yerleşmesi büyük engellerle karşılaştı. Öncelikle bunun halk tarafından benimsenmesi ve talep konusu olması gerekiyordu.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Halbuki daha ilk baştan eskiusûle bağlı olan mollalar ve mutaassıp çevreler şiddetle buna karşı koydular ve Usûl-ü Cedîd’i halk arasında savunmak cesaret isteyen bir iş haline geldi.
Bir hayli masraf gerektiren yeni mekteplerin açılabilmesi ya mahallî halkın daimî maddî katkısına ya da Müslüman zenginlerin desteğine bağlıydı. Halbuki, XIX. asrın sonlarında Kırım Tatarlarının ve Rusya Müslümanlarının ekonomik ve sosyal yapıları göz önüne alındığında, bunun için iyimser olabilmek kolay değildi.
Usûl-ü Cedîd’e göre hazırlanmış öğretmenler olmadığı gibi, böyle öğremenleri yetiştirecek bir muallim mektebi de söz konusu değildi. Bu probleme karşı Gaspıralı’nın bulduğu çare, ilgilenen muallim adaylarını Bahçesaray’a çağırarak onları ücretsiz olarak uygulamalı bir şekilde eğitmek ve onlardan memleketlerine döndüklerinde en az üç kişiyi öğretmen olarak yetiştirmeleri sözünü almaktı.
Usûl-ü Cedîd’in yerleşebilmesi yolunda Gaspıralı 1880’ler boyunca büyük güçlüklere katlanmak ve sabırla gayret göstermek zorunda kaldı. Bu arada, Rusya İmparatorluğu dahilinde Müslümanların toplu olarak yaşadıkları yerlere sık sık ziyaretlerde bulunarak Usûl-ü Cedîd’i tanıtmaya ve benimsetmeye çalıştı.
Doç.Dr. İsmail TÜRKOĞLU (Marmara Üniversitesi)
Gaspıralı Orta Asya’ya gidiyor ve Orta Asya’da ona yardımcı olan bir Tatar zengini ve orada bir okul açıyor. Daha sonra bu okul “maşinalı mektep” Özbekler öyle isim takıyorlar. Çünkü okulda çok kısa zamanda Gaspıralı’nın görevlendirdiği bir öğretmen üç ay gibi kısa bir zamanda okuma,yazma öğretiyor çocuklara ve Özbekler bundan hayrete düşüyorlar. Okulun ismini “Maşinalı Mektep” koyuyorlar.
Pekçok Türk bölgesinde okunmaya başlanan Tercüman ise onun önemli propaganda araçlarından birisiydi.
İlk Usûl-ü Cedîd mektebinin açılışının üzerinden on yıl geçmeden Gaspıralı’nın çeşitli Türk bölgelerinde kaydadeğer sayıda destekçileri ortaya çıktı. Gaspıralı’nın ortaya attığı reformların en büyük destekçileri, onları büyük ölçüde geliştirenler ve yayanlar hiç şüphesiz bütün Rusya Türkleri arasında kültürel ve ekonomik yönden en büyük gelişmeyi göstermiş olan İdil-Ural yahut Kazan Tatarlarıydı. Yetiştirdikleri sayısız aydın ve dava adamıyla Kazan Tatarları, Rusya Türkleri arasında Cedidçiliğin daha doğrusu uzantıları modern Türkiye Devleti’ne kadar ulaşacak olan millî Türk uyanışının öncüleri oldular. Önce Kazan Tatarları ve ardından da Azerbaycan Türkleri arasından çıkan aydın fikirli mollalar, muallimler, esnaf ve belki de en önemlisi Müslüman zenginler Usûl-ü Cedid hareketinin baş destekçileri arasında yer almaktaydı. Özellikle Hüseyinovlar, Apanaylar, Akçuralar ve diğerleri gibi İdilboyu Tatarlarından zengin tüccarların ve Zeynelâbidin Tağızâde gibi Kafkasyalı Müslüman petrol milyonerlerinin kazanılması Usûl-ü Cedîd mekteplerinin hızla yayılmasında büyük rol oynadı.
Doç.Dr. İsmail TÜRKOĞLU (Marmara Üniversitesi)
İdil-Ural zenginleri Usul-ü Cedid hareketini desteklemeselerdi belkide bu eğitim sistemi hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktı.
Bunların açtığı ve finanse ettiği mekteplerle Usûl-ü Cedîd özellikle İdilboyu’nda, Kafkasya’da ve Kırım’da köylere kadar yayıldı Çok daha muhafazakâr yapıdaki Türkistan’da Usûl-ü Cedîd’in benimsenebilmesi için ise çeyrek asır geçmesi gerekti. 1895’de bütün Rusya İmparatorluğu dahilindeki Usûl-ü Cedîd mekteplerinin sayısı yüzü geçerken, 1914 yılında bu sayı yaklaşık 5.000’i bulacaktı.
Gaspıralı Müslüman Türk kızlarının eğitiminde de öncülük yaptı. İlk Usûl-ü Cedîd kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova’ya 1893’de Bahçesaray’da açtırttı. Bu örnek diğer bölgelerde de kısa süre içinde uygulandı. Gaspıralı’nın Usûl-ü Cedid reformu Rusya Türkleri arasında kadın hareketinin de en önemli başlangıç noktası olmuştur.
İsmail Bey Gaspıralı, Eğitim ve basın-yayın alanında büyük yeniliklerini hayata geçirirken sadece sayısız yetersizliklerle ve imkânsızlıkla boğuşmak zorunda kalmıyordu. Fikir ve icraatlarından rahatsızlık duyan çevrelerin gayretlerinin tamamını boşa çıkarabilecek karşı çıkmalarını hafifletmekle de uğraşmak zorundaydı.
Her türlü mutaassıp çevrelerin Usûl-ü Cedîd’in Müslümanları Ruslaştırmak için bir araç olduğu yönündeki ve halk arasında tesirli olabilen propagandalarına karşı, Gaspıralı fikir ve icraatının değil İslâm’a karşı olmak bizzat onun emri ve faydasına olduğunu anlatmak zorundaydı.
Doç.Dr.Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Aynı zamanda da, gayri-Rusların ve şu cümleden Rusya Müslümanlarının arasındaki her türlü uyanış hareketinin altında Rusya Devleti’ne yönelik kökü dışarıda bölücü ve yıkıcı bir teşebbüs arayan, “Pan-İslâmizm” ve “Pan-Türkizm” fobileri ile yaşayan Çarlık idarecilerinin de teskin edilmeleri zarûrîydi. Gaspıralı reformlarının altında gizli Rus düşmanlığının yatmadığını, tam tersine Türk Müslüman halkların durumunun iyileşmesinin bizzat Rusya’nın da yararına olacağını bıkıp usanmadan Rus hükümetine, Rus hükümet çevrelerine anlatmaya çalışıyordu.
İsmail Beyin bir özelliği de faaliyetlerinin tamamını kanunî çerçeve içinde gerçekleştirmeye büyük bir özen göstermesidir. Son derece nazik ve baskıcı siyâsî dönemlerde faaliyet göstermesine rağmen, 34 yıl boyunca Tercüman’ın bir kere bile kapatılmaması, hattâ tek bir yazısının dahi sansürlenmemesi onun muazzam titizliğini göstermektedir.
“Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle başla”