İsmail Gaspıralı’nın Mirasını Yeniden Yorumlamak. Kırım’ın Atatürk’ü mü, Rus İşbirlikçisi mi Yoksa Rusya İmparatorluğuna Pan-Türkçü Bir Tehdit mi?


Dr. Brian G. WILLIAMS *

Çeviren : Bülent TANATAR

19. yüzyılda Kırım Tatarlarının kimliği büyük ölçüde içe dönük, gelenekçi İslâm tarafından şekillendirilse de, izleyen yüzyılda söz konusu halkın kimliğini Batılı ‘Hıristiyan’ bir sosyo-politik kuram olan milliyetçilik şekillendirecekti. Doğu Avrupa’nın en kayda değer dönüşüm örneklerinden birinde, Kırım Yarımadasının ölmekte olan küçük Müslüman-Tatar etnosu bir cemaat olarak kendilerine yönelik kavramlaştırmalarını tamamen değiştirecek ve bu süreç içinde, doğdukları toprakla olan bağlarını yeniden şekillendirecek olan sosyo-politik bir canlanma yaşadı. Bir ömürlük bir süre içinde, bu siyasete ilgisiz, dinî temelde tanımlanmış halk dünyadaki en seküler, siyasî olarak seferber olmuş milletlerden biri haline geldi. Bu dönüşümle birlikte, yerli bir Tatar intelligentsiyasının Kırım Yarımadasını vatan olarak düşünmeye başlamasıyla Kırım Tatar topluluk kimliği toprağa bağlanma niteliği kazandı.

Kırım Tatarları örneğinde, Kırım Yarımadasını anavatan ve Kırımlı Müslümanları millet olarak tahayyül etme büyük eğitimci ve yazar İsmail Gaspıralı’nın (1851-1914) başlattığı kültür reformu hareketiyle yakından bağlantılıydı. Her ne kadar Gaspıralı’nın kendisi dar anlamda milliyetçiliğe odaklanmış bir önder olmasa da, geride bıraktığı eser Rusya İmparatorluğu içinde dar anlamda bir Kırım Tatar millî hareketinin  filizlenmesi için toplumsal temeli attı.

İsmail Gaspıralı, ‘Rus İşbirlikçisi’ mi ‘Milletin Babası’ mı?

Gaspıralı çapında bir adam ele alındığında, farklı tarihî yorumlamaların olması gayet doğaldır. Bu bakımdan, Sovyetlerin Gaspıralı’nın hayatına dair öyküleri ile Kırım Tatarlarının öykülerinin birbirlerine zıt düşmeleri hiç de şaşırtıcı değil. Şahin Giray Han’ın hükümdarlığından bu yana Kırım tarihinde herhangi bir gerçek tarihî önemi haiz ilk Kırım Tatarı olan İsmail Gaspıralı 1851’de Bahçesaray’a bağlı Avcıköy’de alt kademeden bir mırza ailesi içinde dünyaya geldi. Bu hafifçe ayrıcalıklı hane içinde büyümesi küçük Gaspıralı’ya Bahçesaray’daki geleneksel Tatar mektebi ile Rus okuluna ve delikanlılığında da Voronej’deki Harp Okulu ile Moskova’daki muteber Milyutin gimnaziyasına girme imkânını verdi. Bu ve 19. yüzyıl sonunun modernleşmekte olan Osmanlı İmparatorluğuna seyahatlerin yanısıra Pan-Slavcı Mihail Katkov’un yanında öğrencilik etmek ve Paris’te büyük Rus yazarı İvan Turgenyev’in yanında çalışmak gibi daha sonraki deneyimleri genç Gaspıralı’ya, çoğu sıradan Kırım Tatar soydaşının bihaber olduğu, değişip modernleşen bir dünyayı tanıttı. Hepsinden önemlisi, bu deneyimler Gaspıralı’yı bu can çekişmekte olan halkın ve gerçekte Rusya İmparatorluğu  içinde yaşayan tüm Türk-Müslüman grupların kültürel yeniden yeşerme ile sosyo-ekonomik selâmet yolu olarak ıslahata ihtiyaç duyduklarına ikna etti.

Gaspıralı ‘halkının’ (ki bu terimi kademeli olarak Rusya İmparatorluğundaki tüm Müslüman-Türklere uygulamıştır) gerici, muhafazakâr İslâmın boğucu cenderesi altında kültürel anlamda ölmekte olduğunun farkındaydı. Batılı Hıristiyan milletlerdeki kültürel ilerleme ile Rusya’daki Müslüman hayatının çürümüşlüğü arasındaki “neredeyse kaçınılmaz” mukayeseyi yapmış ve Batılı fikirlerin bazılarından ödünç almanın, bazılarını da uyarlamanın  cemaâtlerinin bekâsı için zorunlu olduğu sonucuna varmıştı.[1]

Gaspıralı Rusya Müslümanlarının içe dönük, gelenekçi eğitim sistemini halkının Batıdaki ilerleme ve modernleşmeye uyarlanmasının önündeki ana engel olarak görüyordu. Bir keresinde şu yorumu yapmıştı: “Günümüz Müslümanlarının en geri kalmış halklar olduğu tartışmasız bir gerçek. Hayatın hemen her alanında Ermenilerin, Bulgarların, Yahudilerin ve Hinduların gerisinde kaldılar.”[2] Halkının eğitim seviyesini artırmak ve onları modern kültürle tanıştırmak amacıyla Gaspıralı 1884 yılında Rusya İmparatorluğu ve ötesinde Müslüman eğitimini baştan aşağı yeniden şekillendirecek olan ihtiraslı bir eğitim reformu programını yürürlüğe soktu. Gaspıralı ve sayıları giderek artan aynı kafadaki yardımcıları Kırım Yarımadasında Rusya İmparatorluğu boyunca yaygınlaşacak ve Rusya’daki İslâmî mektep ve medreselerin zamanı geçmiş eğitim sistemlerini alaşağı edecek olan bir dizi Usûl-ü Cedid okulu açtılar.

Gaspıralı’nın kendi körelmiş Türk Müslüman toplumlarını modernleştirme peşindeki izleyicileri Cedidciler adını Usûl-ü Cedid teriminden aldılar. Gaspıralı öldüğünde Rusya İmparatorluğunda devrimci, modern müfredatlarıyla 5,000’den fazla Usûl-ü Cedid okulunun kurulduğunu bilme mutluluğuna ermişti.

Bu muhteşem başarıya ilâveten, 1883’te Gaspıralı Rusya İmparatorluğu boyunca Müslümanlar tarafından geniş biçimde okunan Kırım Tatar tarihinin Tercüman olarak bilinen ilk gazetesini yayınladı. Gazetesinin sayfaları arasında Gaspıralı sıradan okuyucularının zihinlerine sabırla dış dünyayı soktu, incelikle dinî taassuba saldırdı, Müslüman toplumu içinde kadınların özgürleşmesi için savaş verdi ve Ruslar ile İmparatorluğun büyük Müslüman Türk nüfusu arasında daha geniş çaplı bir karşılıklı kültürel alışveriş ve temas için çağrı yaptı.

Tüm bu girişimlerinde Gaspıralı ve Cedidci destekçileri Rusya İmparatorluğu içindeki Müslüman köylülerin üzerinde hâlâ kayda değer denetimlerini sürdüren muhafazakâr İslâm ulemasının hassasiyetini zedelemek ile en önemlisi, Rus devletinin sansürcülerinin herşeyi gören gözleri arasında uzun ince bir yolda yürümek zorundaydılar. Bu ikinci görev, aslına bakacak olursak, Gaspıralı’nın Rusya ve onun halkının kültürüne karşı gerçek bir sevgi göstermesiyle daha da kolaylaşmıştı. Gazetesinin sayfaları boyunca, Gaspıralı Rusya İmparatorluğundaki Müslümanlar ile Ruslar arasında yakınlaşmanın (sblijenie) çağrısını yaptı. Bu bakımdan, eserleri sömürge karşıtı (yani Rus karşıtı) ya da militanca milliyetçi addedilemez.

Çok tipik bir makalesinde Gaspıralı şöyle yazıyordu: “Rusça, ne mutlu ona ki, mamur niteliği sayesinde yalnızca biz Kırım Tatarları arasında değil, aynı zamanda, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, gerek Kafkasya gerekse Orta Asya’da da ‘kendi evinde’ ve ‘bir yerli gibi’ yaşıyor. Dolayısıyla, Allaha şükürler olsun, bizim Müslüman halklar arasında Ruslara karşı iyi niyetten gayrı bir duygu yoktur. [3] “Gaspıralı’nın Rus (bir başka deyişle modern) olan şeylere yönelik hayranlığı o kadar ileri gidiyordu ki, bir keresinde, hattâ şöyle demişti: “Benim bir Moskovalıdan daha Rus olduğumu söyleyenler bile var.”[4]

Bu açıdan bakıldığında, çoğu eski düzeni savunan muhafazakâr mollalar olan Gaspıralı’nın çağdaşı eleştirmenler bu aydınlatıcıyı Ruslaşmanın tehlikeli bir elçisinden başka bir şey değil gibi görüyorlardı. Gaspıralı’nın devrimci çabaları bu Ruslaşmış Tatarda ve onun Ruslarla yakınlaşma planlarında kendi İslâmî kimliklerine bir tehdit görenlerce sürekli olarak kötüleniyordu. Gaspıralı kendisini eleştirenlerce bir Rus muhibi olmaktan sapkın olmaya dek her sıfata layık görüldü.

Şurası ilginçtir ki, Gaspıralı aynı zamanda İmparatorluğun çöküşünün arifesinde Rusya İmparatorluğu bağrında ortaya çıkan ilk Müslüman Türk milliyetçiler kuşağınca da yeterince devrimci olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Gaspıralı’nın özerklik ve millî bağımsızlık çağrısı yapan devrimci siyasî hareketlere karşı temkinli tavrının sonucu onun cemaâtinin durumunun düzelmesi için Çarlık sisteminin içinde çalışma arzusuna dudak bükenler tarafından “otokrasinin uşağı” diye yaftalanması oldu.[5]

1914’de vefat eden Gaspıralı Sovyet döneminin ilk on yılında daha olumlu bir bakışa mazhar oldu. İlk devir Sovyet eserlerinde Gaspıralı Rusya İmparatorluğundaki geri kalmış Müslümanlara aydınlanmayı götürme gayretleri Sovyetlerin kendi hedefleriyle çakışan bir modernist olarak tasvir ediliyordu. Nitekim Sovyet rejimi Gaspıralı’nın Bahçesaray’daki evini müze haline getirdi ve söz konusu simayı bir Sosyalist kahraman mertebesine yükseltti.

Mamafih, Yosif Stalin’in 1930’larda Kırım Tatarları ve diğer Sovyet milletleri arasındaki ‘milliyetçi sapmaya’ saldırmasıyla birlikte, Gaspıralı’nın bir sosyalist ikona olarak rolü aniden son buldu. Ardından, Gaspıralı ‘ölüm sonrası baskıya’ uğradı ve müze-evi 1930’da kapatıldı.[6] 1930’ların ortasından itibaren, Gaspıralı Sovyet yayınlarında Çarlık hükûmetinin maşası ve sömürücü burjuva sınıfının bir temsilcisi olarak görünmeye başladı. Sovyet İslâm uzmanı Lyutsiyan Klimoviç Çarlık Rusya’sında İslâm (İslam v tsarskoy Rossii) adlı eserinde “Tatar burjuva sömürücülerinin en şaşaalı sözcüsü” olarak yaftaladığı Gaspıralı’ya karşı borda ateşini başlattı.[7] Anılan eserinde Klimoviç şöyle yazıyordu:

“Öyle ki, Rus otokrasisinin gerek iç gerekse dış politikaları meselesinde, cedidci Gaspıralı (otoriteler nezdinde) tümüyle güvenilir biriydi. Öğretilerinin ‘özgül noktaları’ arasında neler yer alıyordu? Gaspıralı’nın, Rusya’nın askerî-feodal emperyalizminin bu borazanının öbür yüzü neydi? Gaspıralı büyümekte olan Tatar burjuvazisinin, özellikle de onun liberal çevrelerinin çıkarlarını ifade eden ideoloğu olarak temayüz etmişti.” [8]

Buna ilâveten, Klimoviç Gaspıralı’nın “tüm halklar için bir karabasana dönüşen Rus Çarlığını yeniden ayağa dikmek uğrunda kayda değer bir çaba” harcadığını ileri sürüyordu. [9]

Kırım Tatarlarının 1944 sürgününden sonra Gaspıralı’nın adı Sovyet tarih kitaplarından silindi ve ancak 1989’dan itibaren Kırım Tatarları en ünlü vatan evlâtlarını yeniden keşfettiler.[10] Halihazırda Kırım Yarımadasında kendi toplumlarını yeniden kurmakta olan Kırım Tatarları, hayli ilginç bir biçimde, Gaspıralı’nın portresini Kırım Tatar milliyetçiliğinin kurucusu ve Kırım Tatar milletinin babası şeklinde çizen bir imaj inşa ettiler. Diasporadaki Kırım Tatarları da Gaspıralı’yı Arın Engin’in onun katkılarını tasvirinden de görülebileceği üzere, bu açıdan görüyorlar. Engin şunu öne sürüyor:

“Dergileri ve gazetesi Tercüman aracılığıyla ilk ışığı yaymaya ve Türklere milliyetçiliğin ve uygarlığın yolunu göstermeye başladı. Bu büyük önderin işareti ve Rusya’da başlayan özgürlük hareketleri sayesinde, Kırım Türk gençliği milliyetçi bilinçlerini oluşturdular ve siyasî örgütler teşkil etmeye başladılar.” [11]

Gaspıralı’nın Kırım Tatar milliyetçiliği bakımından yeniden keşfedilen önemi bugün Kırım’da her yerde ortaya çıkıyor: Gaspıralı’nın Bahçesaray’daki evi bir kez daha müzeye çevrildi; Bahçesaray’daki mezarına yeni bir baştaşı (aynı yerde daha büyük bir abidenin inşa edleceğini bildiren bir plaketle birlikte) yerleştirildi; Kırım’daki en büyük Kırım Tatar yerleşim yerlerinden birinin (Gözleve’nin varoşlarında bulunan) adına İsmail Bey adı verildi; Akmescit’te beynelmilel destekle Gaspıralı Kütüphanesi olarak bilinen bir Kırım Tatar kütüphanesi açıldı; Akmescit’te mart 1991’de (Gaspıralı’nın doğumunun 140. yıldönümü) Gaspıralı üzerine bir milletlerarası sempozyum düzenlendi ve bir nesil Kırım Tatar çocuğuna Gaspıralı’nın 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki ıslahat programlarıyla milletlerinin temellerini çattığı öğretildi.[12] Müslüman taassubuna karşı mücadelesinde ve milletini birleştirme ve laikleştirme çabalarında Gaspıralı’ya gerçekten Kırımlı bir Atatürk rolü atfedilmiştir.

Gaspıralı’nın Ruslarla ilgili görüşleri ve Kırım Tatar milletinin temellerinin atılmasındaki rolüyle ilgili gerçek bu önderin bir ‘Ruslaştırmacı’ ve ‘Kırım Tatar milletinin kurucu babası’ şeklindeki yorumların arasında bir yerde yatıyor.

Kırım’ın Müslüman Kimliğinin Geleneksel Temellerine Bir Meydan Okuma Olarak Gaspıralı’nın Usûl-ü Cedid Okulları

Gaspıralı’nın modern Kırım Tatar kimliğinin temellerinin atılmasındaki rolünü tam olarak kavramak için eserini yaratmaya başladığı dünyanın temel bir değerlendirmesini yapmak elzemdir. Bu bağlamda en önemlisi de, gelenekçi İslâmın Kırımlı Müslümanlar arasında modernleşmenin engellenmesindeki rolü anılmalıdır. Bu devirde çok az Kırım Tatarı Ruslardan bir şeyler öğrenmeye hevesliydi, daha da azı çocuklarını Rus hükûmeti tarafından Müslüman çocukları eğitmek için kurulan okullara göndermeye istekliydi. Rus kâfirlerinden bir şeyler ödünç almak gerçekten bid’at addediliyordu.

Genç Gaspıralı Kırımlı Müslümanların geleneksel dinî kimliklerinin dışsal tezahürüne tanıklık etmemezlik edemezdi. 1874’te, Gaspıralı’nın doğumundan on dört yıl sonra, binlerce Kırım Tatarı dinî bağlılıklarını, dinî kimliklerini Çarın Hıristiyan Ordusunda hizmet etme bulaşıcı hastalığından korumak için Rusya İmparatorluğundan göç ederek göstermişlerdi. Gaspıralı’nın gençliğindeki Kırım’da Kırımlı Müslümanların kimliğinin bu dinî temeline karşı her türlü tehdit algılaması korku yaratıyordu. Bu dinî temelli, Rus varlığına karşı savunmacı komünal tepkinin aslında Kırım Tatarlarını örf ve adetlerini kaybetmekten ve 19. yüzyılda Rus olarak özümlenmekten alıkoyduğu da tabiatıyla iddia edilebilir.[13]

Bununla beraber, 19. yüzyılda Kırım Tatarları (ve Rus hâkimiyeti altında yaşayan tüm Müslümanlar) arasındaki bu içe dönük savunmacı İslâm geleneğinin olumsuz bir yanı da vardı. Bu halkın eşsiz kültürü ile kimliğini yok olmanın eşiğine getiren Osmanlı İmparatorluğuna kitlesel göçlere kısmen Kırımlı Müslümanların geleneksel İslâmî dünya görüşleri sebep olmuştur.[14] İşin kötüsü, muhafazakâr mollalar, ancien régime‘in bu kendi kendine gelin güvey olan muhafızları, Rusya İmparatorluğunda kalanların çok işine yarayacak değişimlere veya düzeltmelere, söz konusu yeniliklerin kâfirlerden geldiği bahanesiyle, cevaz vermeyi reddettiler. Böyle davranarak, bu Kırımlı Müslümanların erdeminin bekçileri özellikle halklarının eğitimindeki gelişmenin önünü tıkamış oldular.

Kırım Tatarlarının edebiyatına dair 19. yüzyılda kaleme alınmış bir anlatıda Kırımlı Müslümanların Kur’an’dan gayrı bir kitabı kabul etmediklerine işaret edilmektedir. Bu kaynakta şöyle yazılmaktadır: “Bunların arasında edebiyat adına lâyık bir şeye zor rastlarsınız. Kırım’da yaşayan tek bir Müslüman yazar yoktur ve ben bu düşüncemi efendilere (din hocaları) belirttiğimde bana gerekçe olarak yazılmaya değer her şeyin zaten ellerindeki kitapta mündemiç olduğu cevabını veriyorlar.”[15]

Kırımlı Müslümanların mektep ve medreseden müteşekkil maarif sistemleri son derece taşlaşmıştı ve yıllarca öğrenim gördükten sonra Kur’an ve Hadisleri arapçadan ezbere okumaktan (gerçekte arapçayı bilmeden!) başka bir şey yapmaktan aciz öğrenciler yetiştiriyordu.[16] Rusya İmparatorluğundaki Türkî halkları ziyaret etmiş bir Batılı bu çürümüş İslâmî eğitimin sonucu olarak söz konusu Müslümanlar arasında millî kimliğin bulunmadığını görmüş ve şu görüşü öne sürmüştü: “Her taraftan Ruslarla kuşatılmış olan Rusya Türkleri için artık bir halk denemez; onlar için din zorunlu olarak milliyetin yerine geçmiş.”[17]

Modern bir Rus lisesinde okumuş, Paris’te ve reform geçirmekte olan Osmanlı İmparartorluğunda yaşamış ve Rusya’daki edebî çevrelerde dolaşmış Gaspıralı gibi  bir Kırım Tatarının Rusya İmparatorluğundaki Müslüman-Türk soydaşları arasında hüküm süren gidişattan dehşete düşmüş olması hiç şaşırtıcı olmasa gerek. Rus eğitimi ve Rus dili aracılığıyla Batı medeniyetine erişmiş olması dolayısıyla (tabii İslâm-Tatar kimliğini ihtimamla koruyarak), Gaspıralı’nın modern Rus kültürünün devralınmasını Rusya Müslümanlarının kültüründeki hastalıkların tedavisi için deva olarak görmesine de şaşmamak gerek. Gaspıralı, uzun vadede, muhafazakâr mollaların Rusya Müslümanlarının eğitimi üzerindeki tekelini korumalarına izin vermenin toplumlarını çöküşe götüreceğini sezmişti. Ruslar ilerlemeye devam ettiklerinden, geri kalmış Tatarların ve muhayyelesindeki Türk-İslâm milletinin diğer üyelerinin geri kalacağından endişe ediyordu.[18]

Bu farkındalık, Gaspıralı’yı, Kırımlı Müslümanların çoğunun geleneksel dünyaya bakışlarıyla karşı karşıya gelme gibi imrenilemeyecek bir konuma soktu. 1884’den sonra modernleşmeci okullarının popülerliğinin artmasıyla (geleneksel bir medresedeki 8 yıllık öğrenimin ardından mezun olanların genellikle başaramadıkları, basitçe, öğrencilerinin birkaç ay içinde okuma-yazmayı öğrenmelerine dayalı olan) birlikte, Gaspıralı kendini, okullarını Kırımlı Müslüman topluluğun kimliğine sapkın bir tehdit olarak gören muhafazakâr mollalarla sürekli bir kavganın içinde buldu. Hattâ, kadimci (gelenekçi) bakış açısını temsil eden bir molla “Allah’a ve Muhammed’e inanan bir kişinin modernlik yanlılarına düşman olması gerekir” diyecek kadar ileriye gitti. “Onlar için şeriat ölüm cezasını talep ediyordu.”[19]

İşte Gaspıralı’yı Kırımlı Müslüman halkı Ruslaştırmaya azmeden bir Rus ajanı şeklinde resmeden bir kampanya başlatanlar bu eleştiricilerdi. Talihin garip bir cilvesidir, bir yandan İslâmcı gelenekçiler tarafından bir Ruslaştırmacı olarak itham edilirken, diğer yandan Rus bürokrasisinin memurlarının çoğu da Gaspıralı’yı “kendi milletini savunmak için Rus kültürünün tüm avantajlarını kullanmaya çalışan” şu Müslümanlardan biri olabileceği şüphesiyle bir tehdit olarak görüyordu.[20]

Geleneksel Müslüman din adamlarıyla yakın bir çalışma içinde olmuş olan Rus memurları Gaspıralı’dan ve İmpapatorluğun siyasete ilgisiz Müslüman grupları arasındaki statükoyu tehlikeye düşürme potansiyeli olduğunu hissettikleri ıslahatlarından hiç de hazetmemişe benziyorlar. Bu açıdan bakıldığında, Gaspıralı’nın Rus kültürü aracılığıyla kendi halkını ıslah etme ve modernleştirme çabaları onu hiç de “Çarlığın borazanı” yapmaz. O, daha çok, Rusya’nın mukayeseli olarak ileri kültüründe kendi Müslüman-Türk halkına yarar getirebilecek ne varsa kullanarak halkını korumaya çalışan bir modernleştiriciydi.

Gerek muhafazakâr din adamlarının gerekse şüpheci Rus yetkililerin direnişine rağmen, sayısız Kırım Tatar genci Gaspıralı’nın okullarına yazılmıştı ve Rus Devriminin arifesinde coğrafya, tarih, fen, edebiyat, vb. ders konularını görmüş koca bir nesil yetişmişti. Bu yeni nesil için eğitim öylesine önemli bir hale gelmişti ki “okul görmek insana mutluluktur” deyişi hâlâ revaçtaki bir Kırım Tatar atasözüdür.

Eğitim yoluyla geleneksel sınırlarından kurtulma sürecindeki çoğu Kırım Tatar genci, tıpkı başöğretmenleri gibi, “kitlesel göç veya cehalet kabuğu içinde ümitsizce tecrit olma gibi, bir  topluluğun geleneksel kendini koruma biçimlerinin gerçekte çözülme sürecini hızlandırdığı” sonucuna vardılar.[21] Bu kavrayış, savunmacı İslâmın kendini modern, laik terimler içinde görmeye başlayan bu yeni nesil için Kırım Tatar kimliğinin tanımlayıcı unsuru olmaktan çıkmasındaki ilk önemli adımdı.

Bir “Türk Milleti” Yaratılmasının Aracı Olarak Gaspıralı’nın Tercüman’ı

Gaspıralı’nın eğitim reformundaki çığır açıcı eserinin dengine yine onun özgün eseri olan Kırım Tatarlarının ilk gazetesi Tercüman‘ın yayınlanması erişebilmiştir. Bu yenilikçi adımın, çoğu durumda, Kur’an’dan başka bir eseri tanımayan bir halk üzerindeki etkisi ne yapılsa abartılamaz. Kırım Tatarları için bir yayın çıkarma fikrindeki yenilik Gaspıralı’nın 1888’deki “daha kısa bir süre evvel, çok az Müslüman size bir gazetenin ne olduğunu söyleyebilirdi, üstelik dönemsel yayının ne olduğunu bilenler de, muhtemelen ona şeytan işi, gerçek müminlerce kaçınılması gereken bir şey gözüyle bakarlardı” deyişinden bellidir.[22]

Genç öğrencilerin Tercüman sayfalarından yüksek sesle bir şeyler okumalarını dinlemek üzere köy camii etrafında toplanan Kırımlı Müslüman köylüler ilk kez kendi doğrudan dünyalarının ötesinde cereyan eden hadiselere açıldılar. Tercüman’ın sayfalarında Gaspıralı A.B.D.’deki teknik icatlardan, Balkanlardaki savaşlardan, Japonya’nın modernleşmesinden, Osmanlı İmparatorluğundaki ıslahattan, Avrupa sömürgeciliğinin Asya ve Afrika’ya yayılışından, Batı’daki büyüyen kadın hakları hareketinden, vb. bahsediyordu. Tercüman’ın sayfalarının çoğu uluslararası haberlerden oluşsa bile, Gaspıralı’nın gazete makalelerinin çoğunluğu gerçekte onun geniş ölçekte tanımlanan milletine, Rusya İmparatorluğundaki Türklere hasredilmişti.

Gaspıralı ile daha sonraki Kırım Tatar milliyetçileri arasındaki asıl önemli ayrım işte burada yatar. Gaspıralı milletinin 19. yüzyıl sonunda Kırım’da yaşayan yaklaşık 200,000 kişilik küçük Türkî Kırım Tatar topluluğuyla sınırlı olmayıp onun milyonlardan oluşan daha geniş Türk milleti olduğuna inanıyordu.[23] Gaspıralı’nın programı doğası gereği Pan-Türkçüydü ve Gaspıralı gazetesi aracılığıyla Rusya İmparatorluğundaki dağınık Müslüman-Türk halkları birleştirmeyi hedefliyordu. Gaspıralı bu çabasında ilhamı kuşkusuz Pan-Slavizmden ve, zaman içinde, seçilmiş bir merkezî lehçe etrafında kaynaşan ve bir millet meydana getirmek üzere birleşen Almanya veya Fransa gibi ülkelerdeki milletleşme tecrübesinden alıyordu.

Gaspıralı “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarını gazetesi için yarattığı, Türki diye bilinen bir Türk dili aracılığıyla fiiliyata geçirdi. Orta Türk Dili diye bilinen Gaspıralı’nın dili, geniş bir Kıpçak Türkçesi kelime hazinesi bileşeniyle birlikte, basitleştirilmiş bir Oğuz Türkçesi lehçesi (temel olarak karmaşık Arapça, Farsça ve saray Türkçesi gramerinden arındırılmış Oğuz Osmanlıcası) üzerine dayalıydı. İki büyük Türk dilini birleştiren bu melez dil Kıpçakça konuşan Nogayları, İdil Tatarlarını, Özbekleri, Kırgız ve Kazakları Oğuzca konuşan Türkmenlerle, Azerbaycanlılarla, Kırımlı Tatlar ve Osmanlı Türkleriyle birleştirmek üzere dizayn edilmişti.[24] Gaspıralı’nın ihtiraslı hedefi “Boğaziçindeki kayıkçı ile Kaşgarlı deveciyi” birleştirmekti.[25] Daha dar bir açıdan bakıldığında, bu dil, aynı zamanda, ilk kez Kırım bozkırlarının (çöl tarafının) Nogayca konuşan Tatarları ile Kırım’ın güney sahillerinin (yalıboyunun) Oğuzca konuşan Tat Tatarlarını birleştirecekti.

Burada Gaspıralı’nın Rusya İmparatorluğundaki Türk halkları arasında dil ve kültür birliği yönündeki çağrılarının açıkça siyasî bir mana taşımadığı belirtilmeli. Eğer böyle olsaydı, İmparatorluğun tarihindeki en uzun süreli (1883-1918) Müslüman dönemsel yayını olan Gaspıralı’nın gazetesinin Rus sansürcülerince kapatılacağından en ufak bir şüphe duyulamaz. Bu tehdit olmasaydı dahi, İmparatorluktaki Müslümanların Rus hâkimiyetinin modernleştirici etkilerinden yarar sağladığını düşünen Gaspıralı’nın Çarlık rejimiyle karşı karşıya gelmeye açıkça karşı çıkacağından şüphe edilemez.

Dolayısıyla, 20. yüzyıl başladığından bu yana, Gaspıralı’nın İmparatorluktaki çeşitli Türk halklar arasında dar bir alana odaklanmış milliyetçi hareketlerin yükselişine de karşı çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Gaspıralı bu dar tanımlı milliyetçi hareketlerin daha geniş tanımlı Türk milletinin birliğini tehdit ettiğini kavramıştı. Bir çok vesileyle, nitekim, Gaspıralı Çarlık rejimine karşı gereksiz yere karşıt ve Türk milletinin birliği için zararlı bulduğu “dar milliyetçilik” ile “partikülarizm”e karşı çıkmıştı. Yaptığı tipik yorumlardan birinde, Gaspıralı, “Rusya’ya tâbi bulunan Türklere ‘Tatar’ lâkabı verilmiş ise de bu bir isnaddır, hatadır… Rusların ‘Tatar’ ve Buharalıların ‘Nogay’ tesmiye ettikleri halklar hakikat-i halde Türktür.”[26]

Rusya İmparatorluğu Rus Devriminin arifesinde karmaşa içine düşerken, Gaspıralı’nın Türk milleti mefhumu da ütopik gibi görünmeye başladı. Çin sınırındaki Kazak çobanın Kırım’ın güney sahillerindeki Kırım Tatar çiftçisiyle çok az ortak yanı vardı ve yalnızca küçük ama kendini adamış bir Pan-Türkçü aydın çevre kendini daha geniş bir ‘Türk milleti’ne mensup olarak tahayyül ediyordu. Buna ilâveten, çoğu Rusya Türkü böylesine geniş çaplı ve müphem nitelikli bir Türk anavatanı tahayyül etmekte zorluk çekiyordu ve 19. yüzyıl sonunda Rusya’da yaşayan Türk halkları arasında Turan ya da Türkistan diye bilinen geniş açıdan tanımlanmış bir Türk vatanıyla çok az ülkesel özdeşleşme vardı. 1905’ten sonra değişim peşindeki devrimci hareketler Rusya İmparatorluğunu silip süpürürken, geniş manada tanımlanan bir Türk milleti fikrinin, kaderlerini, ortak muhayyelede millî ‘vatanlar’ olarak inşa edilecek hemen yanı başlarındaki topraklarıyla bağlı gören yeni bir Rusya Müslümanları nesli için çok az çekiciliği vardı. Bu bakımdan, Gaspıralı’yı dar açıdan tanımlanmış bir Kırım Tatar milletinin ‘kurucu babası’ addetmek biraz zordur. Tam tersine, o böyle bir gelişmeye tamamen karşıydı.

Bununla beraber, Gaspıralı’nın Kırım Tatarları ve Çarın diğer Türk uyrukları arasında daha sonraki milliyetçi kimlik oluşumunun şekillenmesindeki önemi küçümsenemez. Gaspıralı’nın milleti İslâmî de olsa (Rusya İmparatorluğundaki Müslüman olmayan Türk kavimlerden (etnilerden) Gagauzlar veya Krışenler meselâ bu milletin bir parçası olarak tahayyül edilmiyordu), söz konusu topluluk, ilk kez olarak, dine değil, öncelikle Türk etnisitesi ve diline dayandırılıyordu. Rusya İmparatorluğundaki Türk halklarının grup kimliğinin yegâne tanımlayıcı unsuru olarak İslâmın rolünün giderek azalmasıyla birlikte (kısmen Gaspıralı’nın Usul-ü Cedid okulları ve gazetesi aracılığıyla İslâmî eski düzene meydan okumasının doğrudan bir sonucu), Rusya Müslümanlarının grup kimliğinin tanımlayıcı unsurları olarak belirleyici rolü dil ve etnisite oynamaya başladı. 1917 yılı itibariyle artık Çarın Müslüman uyrukları (özellikle elit) giderek artan biçimde kendilerini önce etnik Azerbaycanlı, Kazak, İdil Tatarı, Kırım Tatarı, vs., sonra Müslüman olarak tanımlamaya başlamışlardı.

Daha dar Kırım bağlamında, Gaspıralı’nın gazetesi (Lazzerini tarafından “iletişimde devrim” olarak tasvir edilen) Karl Deutsch’un klasik eseri Milliyetçilik ve Toplumsal İletişim’de matbaaya yüklediği önemli rolü oynadı. Şöyle ki, Kırım Tatar etnik grubunun üyelerine topluluklarının hiç karşılaşmadıkları öteki üyeleriyle özdeşleşme ve kendilerini etnisite temelinde diğer gruplara nispetle görme imkânı verdi.[27] Gaspıralı’nın ıslahatları, Bahçesaray emniyet müdürünün 20. yüzyıl başındaki bir rapora dayalı şu satırlarından da görülebileceği üzere, muhafazakâr İslâma dayalı eski düzenin meşruiyetini yitirmesine de katkıda bulundu:

“Emniyet müdürü, geçen 15 yıl zarfında, Bahçesaraylıların adetleri ve birlikte yaşam tarzlarında asli ve kökten bir değişim yaşandığına kaniydi. Din adamlarının nüfuzu giderek azalmıştı. Gençler artık eski adetlere eleştirel bakıyor, mollalar tiyatro oyunlarına gidiyor, fotoğraf çekiyor, hattâ Hıristiyanlarla aynı masaya oturabiliyordu. Çocuklarını mektepten sonra Rus-Tatar okullarına göndermeye bile çalışıyorlardı… Şehir sakinlerinin adetleri öylesine değişmişti ki, kahvelerde, müşteri çekmek için Rus gazeteleri okunmaya başlamıştı.”[28]

Özetle, Gaspıralı’nın çalışmaları Kırım’ın Müslüman nüfusunun daha sonraki etnikleşmesinin temelini ve entelektüel atmosferini yarattı ve Yaş Tatarlara, Vatan Cemiyeti’ne ve Millî Fırka’ya Rusya’nın Tavrida eyaletinde yaşayan siyaseten pasif bir Müslüman grubu bir Kırım Tatar milletine dönüştürme sürecini başlatma imkânını verdi. Yeni bir elite Müslüman köylülerden oluşan cemaatlerini şimdi etnik bir vatan olarak inşa edilen bir toprak üzerinde hakları bulunan etno-dilsel bir millet olarak tahayyül etme yolunda bir platform sağlayan onun eski İslâmî düzene karşı başarılı meydan okuması ve Türk etnisitesi üzerindeki vurgusuydu.

Gaspıralı halkının vatanı olarak daha geniş Turan’ı tahayyül etse de, I. Dünya Şavaşının arifesinde Kırım Yarımadasını kutsal vatan, Vaterland, Patrie ya da Homeland olarak gören yeni bir nesil gelmekteydi. Daha 1913’te, Yaş Tatarlardan Üseyin Şamil Toktargazı içeriği bakımından cüretkârca milliyetçi olan “Fi Medhi Kırım” adlı bir şiir yazmıştı:

“Hub ül vatan min ül-iman hadistir,

Vatanını sevmegenler habistir,

Bu vatan Tataroğlu varistir,

Digerleri saip olamaz Kırım�a.

Kırım kibi vatan var mı dünyada,

Tatarlık kibi şan var mı dünyada….” [29]

Bu Kırım Tatarlarının düşüncesinde radikal bir dönüşüme işaret ediyordu. Kırım artık İslâmî Osmanlı İmparatorluğunun Ak Toprak’ında yaşamak isteyen Kırımlı muhacirlerin terkettikleri bir yer değil, tüm Kırım Tatar halkının yegâne terekesiydi. Kırım Tatar halkı kendisine millî sembollerini sağlayacak olan, Kırım Hanlığı devrine dek geriye giden, zengin bir mirasa sahipti. Bu bakımdan, Gaspıralı fikirlerini doğal uzantısına dek ilerleten ve onun Sincan’dan Rumeli’ye uzanan bir Türk etnik milleti inşa etme büyük rüyasını, vatan Kırım�da daha yaşayabilir bir millet inşa etmek üzere hayata geçiren Kırım Tatar milliyetçileri neslinin babası olarak görülebilir. İşte bu açıdan, Gaspıralı, gerçekten, Kırım Tatar milletinin kendi isteği hilâfına babası olarak görmek mümkündür.


[*] Dr. Brian G. Williams makalenin yazıldığı tarihte Londra Üniversitesi, Şark ve Afrika İncelemeleri Okulu�nda öğretim görevlisiydi. Halihazırda akademik kariyerini Massachussets Üniversitesi�nde sürdürüyor.

[1] Kırım Tatarlarının milletleşmesinin daha geniş bir analizi için bkz. Brian Williams, The Crimean Tatars. The Diaspora Experience and the Forging of a Nation, Leiden, E.J. Brill, 2001; Edward Lazzerini, “Gadidism at the Turn of the Twentieth Century”, Cahiers du monde russe et soviétique, cilt 15, sayı 2, s. 246; Zeki Togan, “Gaspirali, İsmail”, Encyclopeadia of Islam, cilt 2, Leiden, E.J. Brill, 1965, s. 9979-9981.

[2] Alan Fisher, “A Model Leader for Asia. Ismail Gaspirali”, Edward Allworth (yay. haz.)The Tatars of the Crimea. Return to the Homeland, Durham, Duke University Press, 1998 içinde, s. 34.

[3] “Blizost Ruskih”, Tercüman, sayı 29, 28 Temmuz 1903, s. 124.

[4] Edward Lazzerini, Ismail bey Gasprinskii and Muslim Modernism in Russia, 1878-1914, yayınlanmamış doktora tezi, Washington Üniversitesi, Tarih Bölümü, 1973, s.36.

[5] Hakan Kirimli, National Movements and National Identity among the Crimean Tatars, Leiden, E.J. Brill,1996, s. 92.

[6] İ.A.Zaatov, “Rasskajite ob İsmaile Gasprinskom”, Yu. İ. Gorbunov (yay. haz.), Krımskaya ASSR (1921-1945). Voprosı, Otvetı, Simferopol, Tavriya,1990, s. 23.

[7] Lyutsian Klimoviç, İslam v tsarkoy Rossii, Moskova, Gos. antireligioznoe izd-vo., 1936, s. 181.

[8] A.g.e.,s 185-186.

[9] A.g.e.,s. 183 ve 287.

[10] Yine de, Gaspıralı’nın bir Rus piyonu şeklindeki yanlış takdimi günümüze dek sürdü. Muhafazakâr Türk dergisi Tarih ve Medeniyet‘te 1998 yılında çıkan Cedidcilerin Bilinmiyen Yönleri başlıklı bir makalede Alaeddin Yalçınkaya, meselâ, Gaspıralı’ya bir Rus ajanı diye saldırdı. Söz konusu yazar Gaspıralı’nın Rusya Müslümanları için Rus hükûmetinden daha büyük bir tehdit teşkil ettiğini ileri sürdü. Bkz. Alaeddin Yalçınkaya, “Cedidcilerin Bilinmeyen Yönleri”, Tarih ve Medeniyet, Ekim 1998, s. 22-27.

[11] Arin Engin, The Voice of Turkism, Ataturkist Cultural Publications, no. 18, Istanbul, 1964, s. 35.

[12] Sempozyumda yapılan konuşmaların bir özeti için bkz. S.M. Çervonnaya, “İsmail Gasprinskiy- Vyaduyuşçiysa Krımskotatarskiy prosvetitel i gumanist “, Etnografiçeskoe Obozrenie, Ocak-Şubat 1992, no. 1.

[13] Örneğin, Beltold Spuler ” Tatarların Ruslara özümlenme yoluyla bir millet olarak tamamen ortadan yok olmalarının önüne geçen yegâne engelin dinî ayrılık olduğu teorisini kabul etmek için yeterli gerekçeler bulunduğunu” ileri sürer. Bkz. Bertold Spuler, The Muslim World. A Historical Survey, Bölüm II: The Mongol Period, Leiden, E.J. Brill, 19, s. 52.

[14] Brian Glyn Williams, “Hijra and Forced Migration from Nineteenth Century Russia to the Ottoman Empire”, Cahiers du monde russe, cilt 41, sayı 1, Ocak-Mart 2000, s. 63-92.

[15] Robert Lyall, Travels in Russia, the Krimea, the Caucasus and Georgia, Londra, Routledge, 1812, s. 349.

[16] Hakan Kirimli, National Movements and National Identity among the Crimean Tatars, Leiden, E.J. Brill, 1996, s. 26. [Tekrar gözden geçirilmiş türkçe versiyonu için bkz. Hakan Kırımlı, Kırım Tatarlarında Millî Kimlik ve Millî Hareketler, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1996, s. 28]

[17] Anatole Leroy-Beaulieu, The Empire of the Tsars and Russians, Londra, G. Putnam and Sons, 1893, s. 93.

[18] Alan Fisher, The Crimean Tatars, Stanford, Hoover Institution Press, 1978, s.101.

[19] Edward Lazzerini, “Ismail Gasprinskii (Gaspirali): The Discourse of Modernism and the Russians”, Edward Allworth (yay. haz.) The Tatars of Crimea. Return to the Homeland, Durham, Duke University Press, 1998 içinde, s. 53.

[20] Edward Lazzerini, Ismail Bey Gasprinskii and Muslim Modernism in Russia, 1878-1914. yayınlanmamış doktora tezi, Washington Üniversitesi, Tarih bölümü, 1973, s.31.

[21] Hakan Kirimli, a.g.e., s. 37.

[22] Edward Lazzerini, a.g.e., s. 23.

[23] V.D. Yaremçuk ve V.B. Bezverhiy, “Tatarı v Ukraini (İstoriko-Politologiçiy Aspekt)”, Ukrainskiy İstoriçniy Jurnal,cilt 5, 1994.

[24] Yahya Abdoulline, “Histoire et interprétations contemporaines du second réformisme musulman (ou Djadidisme) chez les tatars de la Volga et de Crimée”, Cahiers du monde russe et soviétique, cilt 27, no. 1-2, Ocak-Haziran 1996, s. 79, dn. 1.

[25] Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, La Presse et le mouvement national chez les Musulmans de Russie avant 1920, Paris; Mouton, 1964, s. 41.

[26] Hakan Kirimli, a.g.e., s. 41.

[27] Edward Lazzerini, “Ismail Bey Gasprinskii’s Perevodchik/Tercüman: A Clarion of Modernism”, Hasan Paksoy (yay. haz.), Central Asian Monuments, Istanbul, ISIS Press, 1992 içinde, s. 154 ve Karl Deutsch, Nationalism and Social Communication, Boston, MIT Press, 1962, s. 86-105.

[28] V. Yu. Gankeviç, Oçerki istorii Krımskotatarskogo narodnogo obrazovaniya, Simferopol, Tavriya, 1998, s. 115.

[29] A.g.e., s.97. Aynı sıralarda Genç Türkler de Osmanlı Anadolu’sunu bir Türk vatanı olarak inşa etmeye başlamışlardı. Meselâ 1900’de yazan Mehmed Emin [Yurdakul] şöyle sesleniyordu:

“İnsan olan vatanının kuludur…

Bu topraklar ecdadımın ocağı;

İşte vatan, işte Tanrı kucağı.

Ata yurdun evlât bozmaz…”

Bkz. Mehmed Emin, “Anadolu’dan bir Ses yahut Cenge Giderken”, Türkçe Şiirler, Istanbul, 1900, s. 37. Ondan önce, Genç Osmanlılardan Namık Kemal, Hazret-i Peygambere atfedilen Hubb ül Vatan, min ül-İman (Vatan Aşkı İman Aşkıdır) özdeyişini popülarize etmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.