İsmail Gaspıralı *
[10-] EBÜZZİYA TEVFİK BEY
[İlâve-i Tercüman, 27 Şevval 1313 / 31 Mart 1896, No: 13 ]
Zamanımızda Osmanlı muharrirleri ve naşirleri arasında şöhret almışların biri Ebüzziya Tevfik Bey�dir. Muharrirlikte ve naşirlikte kendine mahsus bir mevki sahibidir. Edebiyyat-ı Cedide�nin terakkisine ve maarifin umum arasında intişarına hizmet eden Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Efendi, Kemal Bey, Ahmet Midhat vesairler gibi “fırka-i münevvere” efradından bulunan Tevfik Bey, Türkleşmiş Arap hanedanına mensuptur. Tertip ve neşrettiği mecmualar; yazdığı risale ve salnameler münderecesi nazarından hep ehemmiyyetli ve istifadeli şeylerdir. Edebiyyat-ı Osmaniyye�de bulunan güzel ve parlak sahifeleri adî göz ile seçilmeyen bahisleri umuma göstermek umumu bunlara aşina etmek meslek-i edebiyyesi dahilindedir. “Kütüphane-i Ebüzziya”, “Numune-i Edebiyyat-ı Osmanî” mecmuaları bu yolda tertip edilmiştir ki Edebiyat-ı Cedide dershanesi ve tarihçesidirler.
Tevfik Bey�in lisanına ve tarz-ı ifadesine gelince güzeldir, fakat lâzım derece sade değildir. Ahmet Mithat Efendi�nin ve Şemsettin Sami Bey�in lisanı daha ziyade “Türkçe”dir; binaenaleyh daha ziyade kavmî ve umumîdir.
Tevfik Bey Efendi�nin başlıca bir eseri “Lugat-i Ebüzziya”dır ki Türkçe�de kullanılan elfaz ve ıstılahattan yirmi-yirmi beş bin kelimenin beyanından ve tarifinden ibarettir. Müfîd kitaplardandır ki tahsil-i lisan için büyük bir medardır.
Naşirliği kesbe medar bir sınâat değildir; nefaset-i tıbâate[i] ve güzel kitapları hakikat güzel bir surette çıkarmaya fedakârî ve fahrî bir hizmettir ki bu yüzden dahi şayan-ı teşekkürdür.
Ebüzziya matbaasından çıkan eserler Avrupa�nın en mu’teber matbaalarının meyvesiyle bir derecededir. Güzel basılmış kitap heveslisi olan kütüphanesini asar-ı Ebüzziya ile tezeyyün eder. Yazdığı hep istifadeli, tab ettiği hep güzel şeylerdir.
[11-] MUAHEZE
[ İlâve-i Tercüman, 8 Safer 1314 / 7 İyul 1896, No: 26 ]
Bir helvacı yaptığı helvasını, bir bozacı sattığı bozasını ve küfeci yüklenmiş bamyasını bağırıp çağırıp methederse bir dereceye kadar afvolunur. Çünkü evvelen malına dikkat celbetmeye gayrı çaresi yoktur ve bir de helvacı ve ya ki bozacı muallim�i edeb değildir. Lâkin bir edip, şair, romancı ya ki gazeteci kendi yazdığını helvacıya imtisalen bağırıp çağırıp kendi medh ve sena ederse gayet çirkin bir şey olmaz mı?
Şüphe yok ki pek büyük bir edebsizliktir. Ne kadar zahir bir edebsizliktir ki eslaf bizler gibi terbiyeli bizler gibi malumatlı ve bizler gibi Avrupalı olmadığı hâlde bile bunun farkında olup hiç biri kendi yazdığını kendi methedip kendi kalemine kendi dellal olmamıştır. Halbuki “iş bu zaman terakkî ve medeniyyette” İstanbul gazetelerinde bazan böyle ilânlar ve idareden ihtarlar görüyoruz ki okudukta kızarıyoruz!
Gerçi gazeteciliğin bir ciheti edebiyyat ise de diğer ciheti nâçare ticarete bağlı olduğu malumdur. Fakat gazete ticaret için te’sis edilmediği ve para kazanmak “meslek” dairesinden hariç olduğu sırada müşteri cem’etmek ve perakende satışı ilerletmek için haysiyet�i kalemiyyeden ayrılmak hiç caiz görülemez. Kâr etsin zarar etsin muharrir ve edip helvacı ve bozacı rengine giremez.
Yağmurlu havalarda çürüklükte[ii] peyda olan mantar gibi zuhur eden reklam, şantaj, dellal, ….venk gazeteleri Avrupa’da çoktur. Lâkin bunların edeb ve edebiyyatta alıp verecekleri olmadığından Şark’a emsal olamaya-cakları ma’lumdur. Dersaadet gazeteleri edebî ve fennî varakalardır ki her biri birer ayine�i edeb olmaya gayret ettikleri aşkârdır. Bu hâlde bazı “ihtar”lar kaçırıyorlar ki hiç şan ve şereflerine yakışmıyor. Mesela “Sabah” gazetesinin Muharrem 1’de neşredilmiş nüshasında bu gibi ihtarlardan birini gördük. İdareden haber veriyorlar ki “yarından itibaren “Güller, Dikenler” namıyla millî bir romanın dercine ibtidar edilecektir. “Güller, Dikenler” gazetemiz muharrirlerinden Abdullah Zühdî Bey tarafından kaleme alınmıştır. Esasını en sengîn dilleri müteessir edecek müthiş, feci, esrarengiz bir cinayet en hissiz gönüllere bile rikkat verecek saf, tabiî, lâhûtî bir muhabbet teşkil eden bu roman âdat�ı milliyyemize muvafık bir surette yazılmış olduğundan gayet meraklı ve şayan�ı mütlaâdır.”
Mezkûr roman âdat�ı milliyeye muvafık surette yazılmış olsa olur, fakat böylece göze sürülüp reklam edilmesi âdât�ı milliyyeden değil; Beyoğlu bid’atındandır. Belki “Güller, Dikenler” hakikaten “en hissiz gönüllere bile rikkat verecek”tir. Fakat burasını tasdik ve beyan edecek naşir ve muharrir değildir, okuyacak adamlardır. Buna razı olmayan mutlak helvacıdır: Buyurun efendiler, halis kamış şekerindendir, yüz dirhemi kırk para!
Sütunların aşağısında dercedilecek bir roman görülmezden evvel methedilir de sütunların yukarısında dercedilen mevaddın kabahati nedir ki beyan ve methedilmiyor.
“Dercedeceğimiz telgramlar en son sistem makinalardan alınıyor; havadislerimiz en doğru havadislerdendir; eski havadis hiç dercedilmeyecektir; güzel ve tesirli lisanımızı dilsizler bile anlayacaktır” yolunda ihtarlar yazmalı. Misali “Sabah” gazetesinden aldık; lâkin sözümüz yalnız bu refikimize değildir. Öğle, ikindi ve akşam gazeteleri de reklam ile methiyyeye uşayan[iii] “ihtar”lara hiç yer vermez iseler pek büyük bir hizmet etmiş olurlar.
İsmail Gaspıralı Bey’in Edebî Tenkitleri
[i] Metinde “tebabete” şeklindedir.
[ii] çürüklükte (?): rutubetli yerde (?)
[iii] uşamak: benzemek, uşayan: benzeyen
* Derleyen: Prof. Dr. Yavuz AKPINAR , Yayınlandığı Yer: Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, IX, İzmir, 1998 s. 87-115 (Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları)