*
İsmail Gaspıralı
[İlâve-i Tercüman, 10 R. Ahir 1313 / 17 Sentyabr 1895, No: 35, s.110-111]
On beş yirmi seneden beri Memalik-i Osmaniyye’de her dilde ve bâ-husus Türkçe pek çok fennî ve edebî kitaplar neşredildi. Şöyle ki Osmanlıların edebiyyatta ve intişar-ı maarifte büyük terakkîleri görülmektedir. Bugün de Osmanlı Türkîsinde her fenden ve ilimden eserler bulunduğundan ma’da Avrupa meşahir�i üdebasından Şekspir [Shakespeare], Göte [Goethe], La Fonten [La Fontaine], Şiller [Schiller], Bayron [Byron], Gugo [Hugo] ve sairlerin bazı eserleri ve numuneleri tercüme edilmiştir. Hikâyecilerden hemen ekseri Osmanlılara ma’lumdur. Bizim Griboyédof’un “Akıldan Belâ”sı, Puşkin ve Lermantof’un ve Graf Tolstoy’un bazı parçaları Türkçe’ye köçürülmüştür.[1]
Telifat-ı milliyyeden olarak belki daha ziyade fennî ve edebî eserler meydana koyulup bunlar arasında fen kitapları, hikâyeler ve mecmualar görülmektedir, fakat şu terakkî ile beraber ikmal edilecek pek çok noksan daha bulunduğu inkâr olunamaz… Dünya böyledir: Ne terakkînin nihayetine varılır; ne noksanın âhiri alınır. Bugünkü terakkî ertesi gün bir terakkî daha ister; durmak yoktur. Hergün terakkî istiyor zamanımız, ne terakkî biter ne noksanımız!
Ancak Osmanlı âlem-i edebiyyatında bir hâl mevcuttur ki terakkîye hayli mânidir. Bu da edebiyyatın bunca ilerlediği hâlde mizansız kaldığıdır. Osmanlılar’da “tenkit” ve “tenkidat”-ı edebiyye meydan alamıyor. Halbuki tenkit edebiyyatın mizanıdır; mizansız bazar- tenkitsiz edebiyyat lâzımınca parlak olamaz.
Edebiyat-ı Cedîde’nin ibtida-i zuhurunda meydan-ı intişara her ne koyulur ise “tergîb ve teşvîk” makamında beş âferin ile on nazar değmesin demek caiz ise de edebiyyat ve neşriyat bir hayli ilerledikten sonra tenkit baş gösterip işini görmelidir. Bez pazarına arşın, ekmek pazarına okka nasıl lâzım ise edebiyyata ölçü olan tenkit belki daha ziyade lâzımdır. Edebiyyat gıda-yı maneviyyemizdir ki gıda-yı maddiyyeden daha mübarektir. Mizan ister her ne olur ise olsun giymiyoruz, her ne olsa olsun yemiyoruz da her ne olur ise olsun okunur mu? Çuhaları, bezleri çeşm edip [2] derecelerini bilmek zarur olur da alınacak ve okunacak eserleri hikâyeleri ve fennî kitapları mizana alıp ne derece şeyler olduğunu bilmek gerek olmaz mı?
Bunların mahiyyet [3] ve derecesini tayin edecek “bî-tarafâne tenkit”tir. Lâkin bütün memalik-i İslamiyye’de “hiciv” malûm “medhiyye” mu’teber olunup “tenkit” lisanlarda ve lûgatlerde görülmemektedir. Tenkidin makam-ı âlisine arslan yuvasına girmiş tilki gibi gıybet yerleşmiştir. Bu hâl Mağrip zeminden ta Cava adalarına kadar hüküm sürmektedir. Fakat bir gün arslan yuvasını, tenkit makamını bulsa gerektir.
Tenkit lâzımdır ama tenkitçi kim olacak? Bu böyle bir iştir ki fırıncılıktan ve vapur kömürcülüğünden daha ağırdır. Fakat nîm�medenî Fas’ta ya ki Afganistan’da tahammül edilemeyecek “tenkit” medenî milletlerden bulunan heyet-i Osmaniyye indinde yalnız tahammül değil makbul olmak zamanı gelmiştir… Edebiyyat bunca ilerülemiş; senevî bunca eserler tercüme ve te’lif olunuyor. Bunlar nedir? Birbirinden farkı ve derecesi nedir? Cümlesi istifadeli midir? Aradan bazıları kara boyalı destelenmiş kâğıttan ibaret değil mi? Roman çıktı; komedya oynaldı [4]… Mü’ellif ne diyor? Efkârı nedir? İdare-i siyaset, imtizaç vesair vesair hususatta muhakeme-i umumiyyeye arz ettiği meslek nedir?
Bunlardan bahsederek bunları tayin ve beyan edecek tenkit ve tenkitçidir. Tekrar edelim: Güç ve ağır iştir lâkin lâzımdır. Mâye-i edebiyyeyi kabuğundan ve çürüğünden ayıracak budur.
İzzet Bey (değil ise diğer bir adlı olsun) coğrafya yazmış; Molla Hüseyin ilmihal yazmış, Süleyman Efendi “Yeni Usul Elifba” çıkarmış, biraderim Ali Ağa millî roman yazmış; birader falanca komedya uydurmuş… Bunların her birine iki aferin ile üç maşallah denilip geçilir ise kitap bazarı yakın zamanlarda boyalı kâğıttan aman bulamaz ve edebiyyatta gidiş ve meslek görülemez; boyalı kâğıt dibinde basılmış kalır.
Tenkidin meydan alamadığındandır ki bugün de bir kitap alınacak ise serlevhasına bakılıp alınamaz; içini araştırmak lâzım geliyor. Çünkü adı ile mayası [5] arasında Balkan dağları vardır.
Bunca romanlar ve tiyatro oyunları tercüme ve neşr olunuyor; okunuyor, görülüyor… Bunlara dair ehli ve erbabı tarafından fikir verilmelidir. Yoksa iki çavuşun kahramanlığından, Margaritea’nın halinden, Jülyete’nin başına gelenlerden, Mösyö Barbe’nin dolandırıcılığından o bizim Hüseyinler ve Ayşeler pek de istifade edemezler zannederim.
Edebiyat-ı Osmaniyye’nin en zayıf ciheti millî romanları ile millî piyesleridir. Merhum Kemâl Bey’in “Cezmi”si ile Mehmet Murat Bey’in[6] “Turfanda mı”sı müstesna tutulduğu halde “millî roman” yoktur demek caizdir. Halbuki maişet ve tarih-i Osmanî roman, dram, facia hazinesidir; bu hazineden efkâr ve meslek ihraç edenleri görmüyorum belki de göremiyorum.
Bugün de Osmanlı edebiyyatı “tenkitsiz” bir gidiş ile gittiğinden maada çok iş gören baba “sükût” dahi kullanılmıyor. Âdât ve görenek-i edebîleri ve muharrirleri boyunluyor.[7] Falan paşazade falan beyefendi “falan risaleyi telif ederek, âlem-i matbuata ya ki âlem-i maarif ya ki âlem-i insaniyyete bunca hizmet buyurdular; risaleleri (ya ki romanları) pek istifadelidir. Herkese birer adedini edinmek lâzımdır” yollu “takdimler” cümle gazetelerin cümle nüshalarında bulunmaktadır; hâlbuki takdim edilen “eser” beş paraya değmez! Böyle âdet olmuş; nezaket-i mahalliyye hükmünü almış.
Vakıan bir beyin yazdığı bir eser hakkında diğer bir beyefendi muhakeme-i tenkidiyyesini beyan edip gördüğü uygunsuzluğu ya ki yanlışları meydana koyar ise ülfete ve yerden verilen temennalara mahal kalmaz; dostluk poyraz dalgalarında gark olur gider.
Tenkit yalnız beyan-ı noksandan ibaret değildir. Bir eserin ne derece istifadeli olduğunu meydana çıkarmak, isbat etmek tenkide mahsustur. Fakat bu da görülmüyor. Ahmet Midhat, Ebuzziya Tevfik Bey, Şemsettin Sami Bey, Mehmet Murat Bey vesair efendilerin âsar-ı kalemiyyelerinden, mesleklerinden yüzde kaç İstanbullunun haberi vardır? Bunların büyük büyük eserleri hakkında etraflıca mülahazalar görülemiyor; “salon eğlenceleri” âlem-i matbuatı tezeyyün eyledi; istifadeli bir şeydir; altmış para köprü başında… yollu ibareler sırasında “Kâmusü’l�A’lâm”ın …nci cüzü neşrolundu; bunun ile ….nci cildi ikmal olunuyor… ibaresi görülüyor ki bilmeyenler “salon eğlencesi”ile “Kâmusü’l-A’lâm”ı tefrikten aciz kalır. Herkes tenkidata istidatlı olamaz; binaenaleyh böylelere tenkidat ile yol göstermeli; yoksa ehli olmayan âdem, edebiyyat bahçesine düşecek olup yağlı boya ormanında dolanır.
Âdi bir âdem mesela tarih-i umumî alacak ise Mehmet Murat Bey’in eseri ile diğerlerinin mikyâsını bilmelidir. “Cezmi” ile sair bir “millî” romanın değil yalnız lisanca efkâr ve meslekçe tefavütünü anlamalıdır.
Roman nedir, hikâye nedir -falan romandan matlap nedir; filan oyunun ibreti nedir- bunları açacak, anlatacak tenkittir.
İnsanların umum muamelesi tenkit süzgecinden geçirilmek âdet ve usul edilse daha hoş olur. Bu maddeden ötürü kuvvetimiz aldığı kadar bir iki bahisler edeceğiz.
* Derleyen: Prof. Dr. Yavuz AKPINAR , Yayınlandığı Yer: Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, IX, İzmir, 1998 s. 87-115 (Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları)
1 köçürülmek: çevrilmek, tercüme edilmek
2 Çeşm etmek: Cinslerine göre ayırmak, sınıflandırmak (?)
3 Metinde bir çok yerde her hâlde tashih hatası olarak “maiyyet” şeklindedir.
4 “oynandı” anlamında
5 ayası: esası, konusu
6 Metinde yanlışlıkla “Ahmed Murad” yazılmıştı, düzeltildi. Mizancı Mehmet Murat Bey’in eserinin de tam adı “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?”dır.
7 boyunlamak: (?)