İnci ERTEM
Sayın konuşmacılar, Kıymetli Soydaşlarım, dinleyiciler:
Bu çok manalı toplantıda sizlerle beraber olduğum için büyük bir kıvanç duyuyorum.
İsmail Gaspıralı’nın torunlarından biri olmama rağmen kanaatimce kendisinin asıl torunları o’nun “Dilde, Fikirde, İş’de birlik” emelini benimseyip bu yolda yılmadan çalışanlardır. Ne mutlu onlara.
Muhterem konuşmacılar Dedemin fikir, yazı, mücadele hayatını çeşitli yönleriyle ele alıp anlatacaklar. Ben aileden duyduğum kadarıyla onun kadınlarımızın-kızlarımızın toplumdaki hak ettikleri yeri almaları için yaptığı çalışmalardan bahsedeceğim ve aile hayatını, evini, yaşama tarzını anlatacağım.
“Kuş Yuvada gördüğünü işler” ve “Yedisinde ne ise Yetmişinde de odur” diyen atasözlerimiz ne kadar doğrudur. Bunların doğruluğunu modern psikolojinin öğrettikleriyle şimdi artık herkes kabul etmektedir, fakat geçen asrın sonlarında bunu düşünebilmek ve bu yolda çalışmak, işte İsmail Gaspıralı’nın büyüklüklerinden birisi budur. Kız olsun erkek olsun çocuklar çevreden etkilenmeye başladıkları okul çağlarına kadar öğrendikleri hemen hemen her şeyi doğrudan veya dolaylı olarak annelerinden öğrenirler. Dört�beş yaşına kadar ileride karakteri belirleyecek unsurların temeli atılmış olur. Bu temeli atan da Ana’dır yani Kadındır. Kızları eğitime-öğretime tabi tutmanın esas önemi bundandır. Kaldı ki Ana olmasa da kadın yine hem kendisi hem de toplum için eğitilmelidir.
Halbuki 1914’te İl gazetesinde Selime Yakub Hanım’ın “Müslüman Kadın ve Kızlarının Hamisi İsmail Bey Gaspıralı” adlı makalesinde yazdığı gibi, “1880” de hanımlar bin yıllık uzak uykusundaydılar. Çoğu cahildi ve lüzumsuz şey hatta esir muamelesi görüyordu”.
Bu durumun düzeltilmesi için yıllarca çalışan İsmail Gaspıralı 1896’daki bir makalesinde Müslüman kızlarını da erkekler gibi okumaları, Millî Şuur, dinî bilgi sahibi olmaları gerektiğini, aile ve toplum içindeki layık oldukları yere ancak bu yolla gelebileceklerini yazmıştı. Başka bir yazısında ise kızların terbiye ve tahsillerindeki taassubumuzun İslam’dan ziyade tarihimizde Çinliler ile olan eski münasebetlerimizden ileri geldiğini söylüyor, Çinlilerin “Kadınlara ne akıl kerek ne ayak” dediklerini, bunun ise ne kadar yanlış olduğunu anlatıyordu. “Kızları okutmak lazım değil, yazı öğretmek asla caiz değil” fikrinde olan o zamanın toplumuna “Yok öyle değil. Kızlarımızın terbiye ve talimi hem şer’an hem aklen lazımdır. Aksi takdirde milletin terakkisi mümkün değildir” demiştir.
Durmadan bu konuda yazılar yazarak halkı bu fikrine alıştırmaya çalışmıştır. 1895’de “Aslan Kız” diye bir millî hikaye, 1897’de ise “Çoban Kızı” yazmıştır. Fakat bunlarla yetinmeyerek daha geniş bir halk kitlesine ulaşmak için 1906 yılında “Âlem’i Nisvan” yani “Kadınlar Âlemi” adında resimli haftalık bir dergi çıkarmaya başlamıştır. Rusya Türk’lerinde ilk kadın dergisi olan bu dergiyi o sıralar 20 yaşındaki kızı Şefika Gaspıralı idare etmiştir. Dergide Rus Medeni Kanununun ve İslam Şeriatının kadınlarla ilgili hükümleri, çocukların eğitim ve terbiyesine ait bilgiler, aile sağlığı ve idaresi hakkında öğütler, ilmî ve fennî yazılar, Rusya ve diğer ülkelerdeki kadınların aile hayatlarıyla ilgili haberler, Türk-Tatarca şiirler ve hikayeler yayınlanmıştır.
İsmail Gaspıralı 1884’te ilkini erkek çocuklar için açtığı Usul-u Cedit (Eğitimde yeni metod) mekteplerim bir müddet sonra kızlar için de açarak, kızların eğitimi hakkındaki fikirlerini icraate dönüştürmüş oldu. 1884’te başlanan bu eğitim reformu 1905 İnkılabından sonra daha da bir kuvvet kazanıp Bahçe-Saray’dan Kazan’a, Azerbaycan’a ta Kâşgar’a kadar yayılmış binlerce kız ve oğlan çocuk ve usul-u cedit mekteplerinde yetişmiştir. Ayrıca kızlar için el işleri ve ev idaresi öğreten okullar da açmıştır.
Ölümünden sonra eğitim işlerine devam eden kızı Şefika Hanım, babasının bu konudaki düşüncelerinin yaşayan bir örneği olmuştur. Aldığı eğitim sayesinde 17 yaşında Tercüman Gazetesinde ara sıra da olsa yazıldı yazıyordu. İhtilalden sonra Bahçe-Saray Şehir İdare Meclisine, Müslüman Kadınlar Komitesine, İsmail Gaspıralı Pedagoji Enstitüsüne, Büyük Kurultaya Milletvekili seçilmiş ve Kurultay Başkanlık Divanında üye
olarak çalışmıştır. Ayrıca, “Babay’ın” ölümünden sonra, Rıfat Ağabeyi ve Hasan Sabri Ayvazov ile birlikte 1916’ya kadar Tercüman’ı idare etmiş, Çelebi Cihan’ın şehadetinden sonra, 23 Şubat 1918’de Matbaayı tamamıyla kapatarak Azerbaycan yoluyla İstanbul’a göçmüştür.
İsmail Gaspıralı’nın büyük oğlu Rıfat Bey, 1924’te Kırım’da ölmüştür. Şefika, Nigâr Hanımlar ile Mansur ve Haydar beyler çeşitli yıl ve tarihlerde İstanbul’a göç etmiş, şerefli bir şekilde yaşayarak rahmetli olmuşlardır. Nigâr Hanım, yıllarca Türkiyat Enstitüsünde çalışmış, Mansur Bey devlet memurluğu, babanı Haydar Bey ise 50 yıl doktorluk yapmıştır. Şimdi İstanbul’da oturan üç hanım torunu (Zühre Gökgöl-Meral Gaspıralı-İnci Ertem) ve onların çocukları hayattadır.
Bu mutlu günde tanıyıp bağrıma bastığım T. Dağcı ve Hediye Aldavia -Abılay ve aileleri İsmail Bey’in ilk eşinden torun çocukları olup, Taşkent’den tekrar Kırım’a yerleşmeye uğraşmaktadırlar. Ayrıca, İsmail Bey’in kız kardeşinin torunları olan Dilara Hanım İstanbul’da, Meryem Hanım Leningrat’ta, eşi Zühre Hanımın kardeşleri Yusuf ve Yunus Akçora’nın torunlarının çocukları ise Türkiye ve Kiev’de aileleriyle oturmaktadır.
İsmail Gaspıralı evinde gayet müşfik, mülayim bir eğitici, çocuklarını şımartmayan ciddi bir baba idi. Büyük küçük herkese saygılı olduğu kadar, kendisini saydırmasını da bilirdi. Yeteneği olduğunu anlayıp küçük kızma piyano dersleri aldıracak, zayıf bünyeli küçük oğluna eliyle balık yağı içirecek kadar da çocuklarıyla yakinen ilgili idi. Sütlü kahveyi sever, Çok fazla sigara içerdi. Son yıllarında sıhhati bozulduğundan yatağında yastıklara dayanarak okur, bağdaş kurarak dizinin üzerinde yazardı, Bütün aile bir arada yemek yer, bu şekilde küçüklerin de adab-ı muaşeret bilgileri edinmeleri sağlanırdı. Ramazan’da iftar davetleri verir, halkla temasını asla kesmezdi. Bunun için, çoğu kimse ona “Babay” derdi. Her-şeyde itidalli olup, herkese itidalli olmayı öğütlerdi. Zaten bu itidali sayesinde değil midir ki diğer birçokları durmadan açılıp kapanırken o, Çarlık Rusyasında Tercüman Gazetesinin 33 yıl aralıksız neşredilmesini sağlayabilmişti.
Zengin bir Mirza ailesinden gelen annesine daima hürmetkar, eşi Zühre Hanım’a çok bağlı idi. Kazan’da Akçora ailesinin kızı olan Zühre anım ise İsmail Gaspıralı için yalnız bir hayat arkadaşı değil, aynı zamanda bir fikir ve mücadele arkadaşı olmuştu. Güzel, asil ruhlu, iyiliksever fedakâr ve akıllı bir kadın olan Zühre Hanım, Tercüman’ın ilk neşredildiği yıllarda matbaada bizzat çalışmış, matbaanın kurulabilmesi için de mücevherlerini satmıştı. 18 yıl beraberliklerinden sonra hastalanmış, rahmetli olduğu zaman 36 yaşında idi.
İsmail Gaspıralı Bahçesaray’da 58 yılını geçirdiği evini, bilhassa evin arkasındaki yamaçlardaki koruluğu çok severdi. Bu koruluktaki açıklık bir kısım bir çok önemli toplantıya, Tercüman’ın Sene-i devriye kutlamalarına şahit olmuştu. Koruluğun içinde, kendisine tek odalı bir ev yaptırmış, sessiz ve sakin bir şekilde yazılarını burada yazmıştı. Ayrıca, bahçede üç odalı bir misafirhane binası da vardı.
Sokaktan duvarla ayrılmış dış avluya, hem araba hem bahçe kapılarından girilir, bir kaç basamakla taş bir düzlüğe inilirdi. Bu düzlüğün sol tarafında, üstü kağıt deposu alt katı matbaa olan iki katlı yüksek bir bina vardı. Avluya girişte taşlığı geçince karşıda birkaç merdivenle altı mutfak olan geniş bir terasaya çıkılır buradan eve girilirdi. Girişte geniş bir hol, bunun sağında dedemin iç içe iki odası, holün solunda ise teras boyunca büyük bir salon ve onun yanında piyano odası ile bir yatak odası vardı. Holün arka tarafındaki merdivenle aşağı kata inilir burada da büyük bir yemek odası, yine yatak odaları ve solda Rıfat Amca’nın ailesiyle oturduğu üç odalık bir daire bulunurdu.
Salon alaturka sedirler, antikalar, büyük bir ayna, gümüş semaverler, Kuran-ı Kerimler, bir tanesi Sultan Abdülhamit’ten olmak üzere çeşitli nişanlar, Rusya’nın bir çok yerinden gelmiş olan hediyeler ve değerli halılar ile bezenmişti. Muhaceret Sebebiyle, bu değerli hatıraların hepsi Kırım’da kaldı. Halamın kızı Zühre hanımda, sadece iki parça hatıra ile bir kaç resim, ve mektup bulunmaktadır. Bu parçalardan biri, sonraları İstanbul’da tesadüfen bulunan imzalı bir Kuran-ı Kerim ile dedeme Buhara’dan yollanmış bir şekerliktir. Fakat, tarihi değerleri haricinde, bu kayıplara esef etmiyoruz, çünkü siz de, ben de İsmail Gaspıralı’nın hatıralarını zaten kalbimizde taşıyoruz.
Hepinize teşekkür eder, “Dilde, Fikirde, İşde” beraber olmamız’ dilerim.
* Akmescit, Mart 1991