1.BÖLÜM.
XIX. yüzyılda âdetâ dünyayı paylaşan Avrupalı “Büyük Devletler”in biri de Rusya İmparatorluğu’ydu. Deniz aşırı bir yayılmadan çok karadan ilerleyen Rusya, milyonlarca insanın yaşadığı muazzam arazileri hakimiyeti altına almıştı. XIX. yüzyılın sonunda, Rusya, dünyanın en geniş toprakları olan imparatorluğuydu.
Bu dev imparatorluk, pek çok tarihî devletin ortadan kaldırılması ve buna direnen halklara boyun eğdirilmesi sonucunda büyümüştü. İşgal edilen bir çok Türk ve Müslüman ülkesi de imparatorluğun içinde kalmıştı. Rusya daha 1552’de, kendisini yüzyıllarca hakimiyeti altında bulundurmuş Altın Orda’nın vârislerinden Kazan Hanlığı’nı yıkıp topraklarını ele geçirerek bir imparatorluk olma yönünde ilk adımı atmıştı. Rusya’nın Türk/Müslüman toprakları üzerindeki ilerleyişi bir kaç yıl içinde bütün İdil yani Volga boyunu ele geçirmesiyle devam etmiş, XVI. yüzyılın ilk yarısı dolmadan dev Sibirya arazisini de işgal etmişti. XVIII. yüz yıl içinde Kazak bozkırlarını da topraklarına kattı.
Güneye doğru büyümesini yıllarca engelleyen Kırım Hanlığı’nı ise 1783’de ortadan kaldırdı ve Kırım’ı ilhak etti. Artık Rusya, Karadeniz’e hakim olmak yönünde en önemli mevziye sahip olmuştu. Yüz yıla yaklaşan son derece kanlı savaşlardan sonra Kafkasya da Rusya’nın eline geçti. XIX. yüzyılın sonuna varılmadan Türkistan’ın batısı bilfiil Rus egemenliği içine girmiş, İmparatorluk Hindistan kapılarına dayanmıştı.
Bu yayılmacılık ekonomik sahadaki gelişim sayesinde, onun gereği ve tamamlayıcısı olarak gerçekleşmişti. Tarıma dayalı yapısıyla, Rus sanayii 18. yüzyıl başlarından itibaren istikrarlı bir yükseliş içine girmiş ve 19. yüzyılın ikinci yarısında büyük ivme kazanmıştı.
Rusya, askerî güç, sanayi,bilim ve genel devlet yapısıyla gerçek bir Büyük Avrupa Devleti niteliğindeydi. Buna karşılık 19. yüzyılın ikinci yarısında bu dev bünye, sayısız müzmin problemlere sahipti. Köylülerin toprak meselesinin çözümsüzlüğünden, sanayileşme dönemi sancılarından, sosyal adaletsizlikten ve hantal bürokrasiden kaynaklanan çok şiddetli sosyal ve ekonomik memnuniyetsizlikler yaşıyordu. İdare sistemini ne pahasına olursa olsun muhafaza etme inancı, mutlakiyetçi Rus Ortodoks görüşü dışında hiç bir eğilime hayat hakkı tanımayan çok katı bir istibdad sistemine yol açmıştı. Bu dahi, Rusya’nın XIX. yüzyıl ortalarından itibaren sayısız ihtilâlci ve inkılâpçı hareketin beşiği olmasını önleyememişti.
Rusya’nın milyonlarla ifade edilen Türk/Müslüman halkları ise bütün bu gelişmelerin kıyısında kalmışlardı. İmparatorluktaki ekonomik ve sosyal adaletsizlikten paylarını fazlasıyla almışlardı.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Ayrıca etnik ve dinî kimliklerinden dolayı da bazen fevkalade ağır olabilen baskıları göğüslemek durumunda kalıyorlardı. Bu insanlar sadece fiilen değil aynı zamanda resmen de Rusya İmparatorluğu’nun ikinci sınıf tebası durumundaydılar.
Rusya Türkleri sadece istiklâllerini kaybetmekle kalmamış, sosyal ve ekonomik yönden de Ruslarla ve diğer Avrupalılarla arasında çok büyük uçurum olmuştu.
Cehalet, ezilmişlik ve geri kalmışlık, dev bir imparatorluğun içinde silik paryalar gibi kalmış olan Rusya Türklerinin kaderi gibi gözüküyordu.
Kırım bu tablonun karakteristik bir örneğini teşkil ediyordu. Karadeniz’in kuzeyindeki bir tabiat cenneti olan bu yarımadanın Türk ve Müslüman yerli halkı olan Kırım Tatarları her bakımdan tam bir çöküş içindeydi. Bir zamanlar Doğu Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri ve Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Kırım Hanlığı’nın mirasçılarıydı. Ne var ki, Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmesinden sonraki bir asırlık süre içinde Kırım Tatarları öz vatanlarında silinme noktasına geldiler. Dayanılmaz ekonomik, sosyal ve siyâsî baskılar onları onbinlerce kişilik dalgalar halinde kendilerine en yakın hissettikleri Osmanlı Türkiyesi’ne Anadolu ve Rumeliye perişan halde göç etmeye mecbur etmekteydi. 1500 yıllık Türk ülkesi, bir zamanların önde gelen İslâm merkezlerinden biri olan Kırım, büyük bir hızla öz evlâtlarından ayrılıyor, onlardan boşalan yerleri yabancılar dolduruyordu.
Prof.Dr. Kemal KARPAT (Wisconsin Üniversitesi)
Bu durum karşısında hayatlarını kurtarmak ve bekasını idame ettirebilmek için Kırım’dan büyük göç başladı.
Fakat bu göçlerin neticesinde Kırım Müslüman halkı orayı terketti ve sayıları gittikçe azalarak bir zaman bütün Kırım’a hakim olan bu kitle bir azınlık durumuna düştü ve göçler devam ediyordu. Bütün Ruslarda bu göçleri destekliyordu.Çünkü Kırım’dan Kırım halkı gittikçe orada eski sahiplerinin ismini, adını ve haklarını duyuracak kimse kalmayacaktı, maksat buydu. Gitsin diyordu.
Kırım’da kalanlar da ümitsizlik içinde âdetâ muhaceret sıralarını bekliyorlardı. Onları bir halk olarak ayakta tutacak bütün müesseseleri ya çoktan yok olmuştu yahut da her geçen gün daha da çürümekteydi.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Bir zamanların bilim yuvası olan, nâmı İslâm dünyasına yayılmış Kırım’ın medreselerinde ve mekteplerinde okuyan çocuklar değil ilmi öğrenmek, ana dillerinde doğru dürüst okuma yazma bile öğrenemiyorlardı. Ne kendi tarihlerinden, ne de başkalarının geçmişlerinden ve takdirlerinden haberdar değillerdi.
Koca bir toplum âdetâ bir topraksız köylüler ordusuna dönmüştü. Kırım Tatar şivesinde tek bir kitap dahi yayınlanmıyor, Türkçe bir gazete çıkarmak tasavvurlara bile sığmıyordu. Toplumun dertlerini dile getirecek onları bir gaye etrafında toplayacak dernekler yahut başka teşkilatlar işitilmemişti bile.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Bir zamanların şanlı halkının, artık hayatın hiç bir safhasında liderliği yoktu. Çarlık rejiminin güvenini kazanarak onun lütuflarına mazhar olan küçük bir grup Kırım Tatar asilzâdeleri ise halkın liderleri durumunda değillerdi.
Kırım ve Rusya imparatorluğu içinde yaşayan Türkler işte böyle bir manzara içindeyken, Mustafa Mirza Gasprinskiy ile karısı Fadme Hanım, Bahçesaray’a bağlı olan ve Sovyet döneminde ortadan kaldırılan Kırım Tatar köyü Avcıköy’de 20 Mart 1851 yılında oğulları İsmail’in doğum sevincini yaşadılar.
Devrinin her Kırım Tatar çocuğu gibi İsmail de ilk önce mahallî Müslüman mektebinde okudu. İyi bir eğitim alması için babası onu Kırım’ın idarî merkezi olan Akmescit’deki Rus Erkek Gimnazyumu’na yani Lisesi’ne gönderdi. Böylece Rus dünyasıyla tanışan ve Rusçasını da ilerleten genç İsmail’in subay olmasını isteyen babası Mustafa Mirza, oğlunu Voronej şehrindeki Harbokulu’na yolladı. Daha sonra, Moskova’daki Milyutin Askerî Lisesi’ne geçti.
Büyük bir kültürel merkez olan Moskova, İsmail’in, hayata ve dünyaya bakışını değiştirdi. O günlerin Rusyasında okuyan genç nesiller arasında nihilist ve sosyalist fikirler hızla yaygınlaşıyordu. Halbuki, Moskova her zaman Rus muhafazakâr düşüncesinin merkezi kabul edilirdi. Rus fikir ve siyaset hayatında büyük yeri olan Slavofil ve Pan-Slavist düşüncelerin beşiği de bu tarihî şehirdi.
O yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopma mücadelesi veren Sırplar ve diğer Slav halklara yönelik büyük bir sempati uyanmış ve onlara destek için Rus halkı arasında büyük kampanyalar düzenlenmekteydi. Çevresiyle çok ilgili bir genç olan İsmail de döneminin sürekli gündemde olan bu fikir hareketlerini ve altın çağını yaşayan Rus edebiyatını ilgiyle takip etmekteydi
Moskova yılları genç İsmail’in edebî ve fikrî gelişmesine büyük katkıda bulunmasının yanısıra, bir çok hususu da sorgulama imkânı vermişti. Moskova’nın popüler atmosferi “Kâfir Türklere karşı Slav ve Ortodoks kardeşlerin desteklenmesi” sloganlarıyla örülmüştü . Bir Rus subay namzeti olsa da bütün bu sloganlar İsmail’e göre değildi.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Madem ki Ortodoks Slavlar yahut Ruslar, Müslüman Türklere karşı kendi soydaş ve dindaşlarının yanında olma gereğini hissediyorlardı, o halde genç İsmail’de Ortodoks isyancılara karşı kendi soydaşlarının yahut dindaşlarının yanında saf tutmalıydı diye düşündü. Kısaca söyleyecek olursak, Pan-Slavist rüzgarların estiği Moskova genç İsmail’de tam tersi yönde etki yapmıştı.
İsmail Harbokulu’nda okuyup da onunla benzer duyguları paylaşan Müslüman arkadaşı Litvanya Tatarlarından Mustafa Mirza Davidoviç ile bir plan yaptı. Gizlice Osmanlı İmparatorluğu’na kaçacak ve Osmanlı ordusuna gönüllü yazılarak Girit’deki Rum isyancılara karşı savaşacaklardı. Karadeniz kıyısındaki Odesa’dan Türkiye’ye geçmeye teşebbüs ettilerse de yakalandılar ve evlerine gönderildiler.
1868 yılında 17 yaşında Bahçesaray’daki meşhur Zincirli Medrese’de Rusça muallimi olarak çalışmaya başladı. Bir taraftan da kendini yoğun bir şekilde Rus fikir, felsefe ve edebiyat eserlerini okumaya verdi. Devrine göre modern bir tahsil görmüş olan İsmail Gasprinskiy’nin yahut soyadının Türkçe haliyle Gaspıralı’nın, tarihî ünü çok büyük olsa da artık taassubun kalesi olmuş olan Zincirli Medrese’de çalışaması uzun sürmedi.
İçindeki dünyayı tanıma arzusuyla 1872’de Kırım’dan ayrıldı. İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Paris’e gitti. Paris, bir kültür ve sanat merkezi olmanın yanısıra, Rusya’nın istibdat havasından kaçan muhalif fikirli yahut bohem Rusların da sığındığı bir yerdi. Rusçadan Fransızcaya mütercimlik yaparak geçindi ve bir süre de meşhur Rus yazarı İvan Turgenyev’in asistanı olarak çalıştı.
Gaspıralı’nın içindeki Osmanlı subayı olma özlemi sönmemişti. 1874’de Paris’den İstanbul’a gelerek Osmanlı ordusuna girmek için teşebbüste bulundu. Bir yıl kadar uğraşmasına rağmen bu isteği gerçekleşmeyince vatanı Kırım’a döndü.
Gaspıralı artık kendi köyünün ötesinden haberi olmayan vatandaşlarından çok farklı bir dünya görüşüne sahip olmuştu. Onun hem Batı, hem Doğu dünyasını, hem Hristiyan, hem Müslüman kültürünü, hem Türk, hem Rus hayat tarzını tanıması halkının problemlerini çok daha geniş bir açıdan değerlendirebilmesine imkân veriyordu.
İsmail Bey Gaspıralı genç yaşında edindiği büyük tecrübelerini milletinin hizmetinde kullanmak ateşiyle yanıyordu. Sömürgeleşmiş, geri kalmış, yok olmanın eşiğine gelmiş halkına anlatacağı çok şey olduğuna inanıyordu. Ama bu iş hiç de onun umduğu kadar kolay değildi. O kadar ki, vatanına dönüşte üzerindeki Avrupaî kıyafetlerden ötürü kendisini “gâvurlaşmış” olarak gören Müslüman arabacılardan bir çoğu onu arabalarına bile bindirmek istemeyecekti. Müslüman halkı uyandırma niyetinin baskıcı Çarlık çevrelerinde meydana getireceği rahatsızlığı ise yakında tanıyacaktı.
Bir zamanlar Kırım Hanlığı’nın pâyitahtı olmuş Bahçesaray’ın yeni kurulan belediyesinde görev almaya ve içindeki hizmet aşkını fiile dökmeye soyundu.
1878’de önce Başkan Yardımcılığı’na, ertesi yıl da Belediye Başkanlığı’na seçildi. Bu görevleri Gaspıralı’ya idârî tecrübe kazandırsa da, onu tatmin etmedi.
Gaspıralı, halkının dertlerinin esasında Rusya İmparatorluğundaki bütün Türk yahut Müslüman halklarla, hattâ Avrupa tarafından sömürgeleştirilmiş bütün Doğu halklarıyla ortak olduğunu görebiliyordu. Batılı büyük devletler Doğu halkları karşısında teknik, ekonomik ve askerî güçlerini ortaya koyarak ezici bir üstünlük sağlamışlardı.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
İsmail Bey Gaspıralı herşeyin temelinde, toplumun kendini tanımasının, tanımlamasının ve geleceğe yönelik nesillerini hazırlamasının aslî aracı olan maarifi görüyordu. Halbuki tarihte çok ileri seviyelerdeki bilim ve öğretim kurumlarının sahipleri Türk halkları yahut daha geniş bir zeminde Müslüman toplumlarının elinde, özellikle de sömürgeleşme şartlarında, âdetâ bütünüyle fonksiyonlarını kaybetmiş ve
çağın hiç bir ihtiyacına cevap vermeyen eğitim müesseleri kalıntıları kalmıştı.
Bir zamanların iftihar edilen mektep ve medreseleri anadilinde okuma-yazma öğretebilmek, Müslümanlığın sosyal gereklerini bile gösterebilmekten âciz bir haldeydiler.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Diğer taraftan, her hangi bir konuda harekete geçebilmenin ön şartı olarak insanların bizzat kendi toplumlarından, yakınlarından ve dış dünyadan haberdar olmaları, kendileri için dünyanın daha ileri toplumları seviyesinde şartlar talep edebilmeleri için de öncelikle birbirleri arasındaki modern iletişimi gerçekleştirmeleri şarttı.
Ne var ki, değil Kırım Tatarları , bütün Rusya Türkleri arasında bile herkese hitap eden Türkçe bir gazete yoktu. Bütün bu problemleri yakından gözleyen Gaspıralı, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların sesini duyurmak için yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs olarak, Akmescit’de Rusça çıkan Tavrida gazetesinde “Rus İslâmı” başlıklı bir dizi yazı yazdı. Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya’nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar, çağdaş bir eğitim sisteminden ve bilimden mahrum bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.
Gaspıralı ilk eserini özellikle Rus hükûmetine ve çevrelerine hitaben yazmıştı. Resmî devlet ideolojisi dışındaki her türlü fikir ve harekete büyük bir şüphe ile bakan Çarlık Rusyası’nın muhtemel tedirginliğini ve Müslüman tebası arasındaki reform teşebbüslerine en baştan karşı çıkmasını önlemeyi amaçlamıştı.
O, Kırım’dakiler de dahil bütün Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu.
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Zamansız ve maceracı hareketlerin felâketle sonuçlanabileceği fikrindeydi. Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman, öncelikle cehalet ve ekonomik çöküşten kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden, birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm’ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi.
Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi. Bütün bunların ön şartı ise, geri kalmışlık ve cehalet zincirlerini kırmalarını sağlayacak ve birbirlerine yakınlaşıp bütünleşmelerini mümkün kılacak tarzda çağın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sisteminin uygulanmasıydı. Bu sistem Türkçe eğitim vermeli ve Gaspıralı’nın tasavvurundaki millî bütünleşmenin altyapısını hazırlayacak ortak Türk edebî dilinin teşekkülüne aracı olmalıydı.
Prof.Dr.Turan YAZGAN (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı)
Gaspıralı’nın fikirlerinden sadece dil birliğiönemli ölçüde hayata geçirildi. Yani Gaspıralı’nın çıkardığı gazete Türk dünyasının her yerinde okundu ve Türkçe’nin tek bir dil olduğu Türk münevverlerince ister istemez kabul gördü ve tabi bu aynı zamanda Türk münevverleri arasında bir de fikir birliği yarattı. Zaten onunda istediği şey dil birliği ve fikir birliğiydi. Gaspıralı bu ikisini birden tek başına, kendi başına ve insanüstü bir gayretle, görülmemiş bir fedakarlıkla gerçekleştirdi. Onun için Türk tarihi içinde Gaspıralı’yı abidevi bir şahsiyet olarak daima anmak gerekir.
Prof.Dr. Yavuz AKPINAR (Ege Üniversitesi)
Aynı zamanda bir eylem adamı Gaspıralı. Fikirlerini hayata geçirmek için elinden gelen çabayı gösteren bir eylem adamı ve işin dikkati çeken bir tarafı da en kötü durumlarda dahi umutsuz değil.
Rusya Müslümanlarının en büyük probleminin eğitim eksikliği olduğunu görüyor, en büyük problemin cehalet olduğunu görüyor. Cehaleti ortadan kaldırmak içinde yeni ders kitapları yazması gerekiyordu.
Oluşacak millî bir Türk basını da bu toplumların birbirlerinden haberdar olmalarında ve kaynaşmalarında hayatî bir rol oynayacaktı.
Ancak, bütün bu safhalarda Rus hükûmetinin gazabını celbedecek tavırlardan uzak durmalı, Batı bilimini Ruslar vasıtasıyla alabilmek için gayret sarfedilmeli ve umum Rusya gelişmelerinden uzak kalınmamalıydı.
Prof.Dr. Kemal KARPAT (Wisconsin Üniversitesi)
Gaspıralı bugün birinci derecede önemli olan bir konuyu ele alıyor. İki ayrı kültür nasıl bir arada yaşar, nasıl birbiriyle bağdaşır ve nasıl bir bir müslüman ve Türk hem Türk ve müslüman kalır ve aynı zamanda modernleşir, medeni olur temasını işliyor.Yani böylece, bu bakımdan da bugün sosyologların, tarihçilerin, siyaset bilimcilerin uğraştığı bir konuyu yani medeniyetler uzlaşımı veyahut da çatışması nasıl isterseniz, ele almak isterseniz, konusunu ele alarak fiilen Molla Abbas’ın Fransa’da nasıl bu iki kültürü birleştirerek yaşayabildiğini anlatmaktadır. Modernleşme tarihi bakımından Gaspıralıdaimiliğini, tazeleğini daima muhafaza edecek bir konuyu işlemiş oluyor.
Gaspıralı bütün hayatı boyunca üstün bir taktik kabiliyeti ile tanınmakla birlikte, onun bu yöndeki tutumunu samimiyetten uzak, şartların gereği mecburî bir taktik olarak anlamak doğru olmayacaktır.
Onun son derece inanmış bir milliyetçi olmakla birlikte, Ruslar dahil hiç bir halk yahut millete körü körüne husumet peşinde koşmadığı, aksine bütün halkların genel olarak yakınlaşması özellikle de tarih ve coğrafyada büyük ortaklıkları olan Slav ve Türk halklarının birbirlerine yakınlaşması gereğine yürekten inandığı bilinmektedir.
Dr. Yuriy GANKEVİÇ ( Kırım Pedagoji ve mühendislik Fakültesi)
İsmail Gaspıralının slav ve Türk, hristiyan ve müslüman halkların kaynaşmasında gerçekten de büyük ve önemli bir katkısı oldu
Gaspıralı yalnız Rus ve Rusya Türkleri kültürleri arasında değil, aynı zamanda Rusya Türkleri ve dünyanın umum türk ve müslüman kardeşleri arasında bir köprü olmuştur
Doç Dr. Hakan KIRIMLI (Bilkent Üniversitesi)
Zâten Gaspıralı tarzı bir milliyetçiliğin onun dönemindeki, hattâ günümüze kadar devam eden bencil ve içine kapanık milliyetçiliklerden temel farklılıklarından biri de budur.Ona göre, bir milleti kaynaştırmanın harcı olarak şu yahut bu halka düşmanlığın kullanılması sağlıklı bir millî oluşum meydana getiremezdi.